30 Eylül 2021 Perşembe

BİLİM İNSANLARINA İLHAM KAYNAĞI OLAN DOĞADAKİ BAZI SANAT ESERLERİ

  

"Endüstri alanında gerçekleşmesini düşlediğimiz birçok şey, zaten doğada var..." Bunlar, ABD'nin ünlü iletişim şirketi Lucent Technologies' den biyo-taklit uzmanı Joanna Aizenberg' in sözleri. Ağaç gövdesinden kirpi dikenine kadar tüm biyolojik malzemeler, üstün bir tasarımı yansıtıyor. Ancak, bu tasarımları fark edebiliyor muyuz, onlardan yeterince yararlanabiliyor muyuz? Bugün, birçok bilim adamı, biyo-taklit malzemeler yapmak için doğaya yöneliyor. Çünkü biyolojik malzemeler, insan yapımı malzemelerden farklı. Yenilenen, geri dönüşümlü, koşullara göre değişen "akıllı malzemeleri"; büküldüğü halde kırılmayan, darbe almasına rağmen çatlamayan; hem esnek hem de dayanıklı olan maddeleri; karmaşık, çok işlevli kompozitleri doğada gözlemlemek mümkün. Şimdi, bu yapıların bazılarına göz atalım ve insan aklına nasıl önderlik yaptıklarını görelim: (1)

Massachusetts Institute of Technology’den (MIT’den) Doç. Dr Xuanhe Zhao ve arkadaşları, örümceklerin ıslak ortamlarda da avlanabilmelerine vesile olan yapışkan maddeyi örnek alarak iki ıslak yüzeyi saniyeler içinde birleştiren çift taraflı bir bant geliştirdi. (2) 
Dr Zhao, biyolojik yapıştırıcı teknolojilerinin dikişlerin yerini almasını amaçladıklarını söylüyor. (3)
Bilim insanları sümüklüböcek, midye, kertenkele ve benzeri pek çok canlının nesnelere nasıl tutunduğunu inceliyor. Sümüklüböceğin salgısı hemen her çeşit engelin üzerinden zarar görmeden geçebilmesine, dik yüzeylere tutunabilmesine, ağaç dallarından sarkabilmesine vesile olan çok işlevli bir malzeme. (4) İngiltere’nin Nottingham Trent Üniversitesi’nden fizikçi Dr. Michael Newton’un PLOS ONE isimli akademik mecmuada yayımlanan makalesine göre, sümüklüböcekler teflona, hatta yeni teknoloji ürünü süper kaygan yüzeylerin hemen hepsine tutunabiliyor. (5) Washington Üniversitesi zooloji profesörü Ingrith Deyrup-Olsen’in çalışmasına göre, “sümük” hücrelerde granüller şeklinde paketli olarak depolanıyor. Suya temas eden granüller son derece hızlı bir biçimde hacimlerinin 100 katına kadar su çekebiliyor. 
Prof. Smith şöyle söylüyor: “Buna benzer bir jel mükemmel bir medikal yapıştırıcı olurdu. Islak yüzeylere yapışır ve doku ne kadar çok eğilip bükülürse bükülsün, onunla birlikte eğilip bükülürdü. Sızıntı, yara izi hiç olmazdı.” (4) Harvard Üniversitesi’nin Wyss Biyolojik İlhamlı Mühendislik Enstitüsü’nden Prof. Dave Mooney ve arkadaşları, bu salgının yapısından ilham alarak güçlü bir medikal yapıştırıcı üretti. Kabuklu deniz hayvanlarının kabuğundaki bir polimeri ve yosunların hücre duvarlarında bulunan bir maddeyi kullanarak geliştirdikleri jeli andıran yapıştırıcı delik bir domuz kalbinde denendi. Islak zemine uygulanmış olmasına rağmen ve kalp binlerce kez şişirildiği halde yapıştırıcı işlevini korudu. (6)
Suyun altında kuvvetli bir şekilde yüzeylere yapışabilen ve fırtınalarda bile tutunduğu yerden kopmayan midyeler de güçlü yapıştırıcı geliştirmek isteyenlere yol gösteriyor. Kayaya yapışmış bir midyeye yakından bakarsak midyeden dışarıya doğru uzanan, her birinin ucunda bir damla yapışkan bulunan birçok iplikçik görürüz. Kimyasal analizlerde, midyenin yapışkanında yüksek oranda demir bulundu. Midyenin deniz suyundan süzdüğü demir, proteinleri bağlamak için kullanılıyor ve ortaya çok güçlü bir malzeme çıkıyor. (1)

“Her şeyin son derece hem sanatlı hem kolayca yaratılması gösteriyor ki, hepsi kuşatıcı bir ilim sahibi olan bir Kadîr-i Ezelî’nin eseridir.” (7)

DİPNOT:

(7) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 26. Lem'a s. 382 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-altinci-lema/382

29 Eylül 2021 Çarşamba

BİR İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİK ÖRNEĞİ OLARAK PIHTILAŞMA

 

Yaralanmamızdan sonra sekseni aşkın kimyasal reaksiyonun rol aldığı bir süreçle kanımız pıhtılaşıyor. Mikroplarla mücadele eden akyuvarlar yaralı bölgeye geliyor, özel proteinler doku yapım çalışmalarına girişiyor. Kanamanın durdurulması, akılları hayrette bırakan, son derece kompleks bir süreç.

Diyelim soğan doğrarken elimiz kesildi, hemen endotelin adlı bir madde salgıla­nıyor ve kesilen damar büzüşmeye başlı­yor. Bu arada, kanda bulunan trombosit adlı hücreler minik kollarıyla birbirle­rine ve yaralı bölgeye yapışıp tıkaç gibi deliği kapatıyor. Bunların kimyasal sinyalleri diğer trombositlerin de bölgede toplanmasına vesile oluyor. Öte yandan, kandaki fibrinojen zincirleme reaksiyonlar sonucunda fibrin ağlarına dönüşüyor. Kan hücreleri örümcek ağına benzeyen ağla­ra takılıyor ve kan pıhtılaşıyor. (1)

Trombositler, normalde minik tabaklara benziyor; ama aktif hale gelince şekil değiştiriyor ve kol benzeri uzantıları (filopod) oluşuyor. Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. John W. Weisel ve arkadaşları, trombositlerin uzayıp kısalabilen kollarıyla fibrin ağını oluşturan lifleri çektiklerini tespit etti. Weisel ve diğer bilim insanlarının akademik dergi Nature Communications’da yayımlanan çalışmalarına göre, trombositler fibrin ağını “sık dokunmuş” hale getiriyor. (2)

Kan pıhtısının, damardan dışarı­ya akan kanı durduracak kadar sert, fakat damarın içindeki normal kan akışının önünü kesmeyecek kadar da elastik olması gerektiği belirtiliyor. Hollanda'nın AMOLF araştırma laboratuvarından Dr. Gijsje Koenderink ve ekibi 2010 yılında fibrin liflerinin önceden sanıldığından 100 kat daha esnek olduğunu keşfetti. (1)

Pıhtılaşmanın sınırlandırılması da, kanamanın durdurulması derecesinde yaşamsal öneme sahip. Pıhtılaşma sisteminde çok ince bir düzenleme ve kontrol var. Avustralya’nın Monash Üniversitesi’nden Doçent Christoph Hagemeyer ve arkadaşları, 2019 yılında Front. Cardiovasc. Med’de neşredilen makalelerinde, vücutta pıhtılaşma sistemini etkisizleştiren, pıhtı oluşumunu yaralı alanı geçmeyecek şekilde sınırlandıran karşıt mekanizmalar bulunduğunu ifade ediyorlar. Örneğin, prostasiklin ismi verilen molekül trombositlerin toplanmasını önleyerek pıhtının fazla büyümesini ve damarı tıkamasına mani oluyor! (3)

“Evet, biz bakıyoruz, görüyoruz ki, kanda her bir zerre o kadar muntazam ve çok vazifeleri görüyor ki, yıldızlardan geri kalmıyor.” (4)

DİPNOT:

(4) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, 2. Şua, 2. Makam, Tevhidin 3. Muktazisi s. 52 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sualar/ikinci-sua/ikinci-makam/52

28 Eylül 2021 Salı

BUNLAR DA MUTASYONLA MI OLDU: KAN, AKCİĞER, DAMARLAR, GÖZ VE KULAĞA GENEL BİR BAKIŞ

 

Her an farkında olmadığımız o denli çok şey oluyor ki bedenimizde. Örneğin, günde neredeyse yüz bin defa kan pompalayan bir “motor” oksijeni parmaklarımızın uçlarına kadar ulaştırıyor. (1)

Fevkalade yumuşak ve esnek olan ve şekil değiştirerek çok ince damarların içlerinden geçebilen kırmızı kan hücrelerimiz, oksijeni vücudumuza dağıtarak hayati bir fonksiyonu yerine getiriyor. 1 mm3 kanda bulunan kırmızı kan hücresi sayısı erkeklerde ortalama 5 milyondur. (2) İnsanda ortalama 7 litre kan vardır. (3) 1 litre 1 milyon mm3'tür. (4) Bu durumda insanda ortalama 35 trilyon kırmızı kan hücresi vardır ve bunların saniyede yaklaşık 2 milyon tanesi ölür; fakat aynı süre içinde bir o kadarı da üretilir. (5)

Vücudumuzda hücreler farklılaşarak özelleşiyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Daniel Finley ve arkadaşlarının araştırmaları, kırmızı kan hücresine dönüşen hücrelerin çarpıcı farklılaşma sürecine ışık tuttu. Akademik dergi Science’da yayımlanan  çalışmada, kırmızı kan hücresine dönüşecek hücrelerin çekirdek, mitokondri, ribozom gibi organellerinin imha edildiği, böylece oksijen taşıyıcı protein hemoglobine yer açıldığı belirtiliyor! Finley ve arkadaşlarının araştırmasına göre, UBE2O adı verilen enzim, ortadan kaldırılacak hücre parçalarını küçük bir proteinle etiketliyor. Etiketler, hücrenin “çöp makinası” olan proteazomun yok edilecek parçaları tanımasını sağlıyor. Çalışmaya göre, UBE2O’nun eksikliği halinde kırmızı kan hücresine dönüşecek hücreler yüzlerce proteini tutmaya devam ediyor. Kırmızı kan hücrelerinin hemoglobinle tıka basa doldurulmasının çok önemli olduğu belirtiliyor. Bunun, bedenin tüm doku ve organlarının normal işlevlerini yerine getirmeleri için gereken bol miktarda oksijeni sağladığı ifade ediliyor. (6)
Prof. Edward Morrisey, akciğerin insan bedenindeki en kompleks uzuvlardan biri olduğunu ifade ediyor. (7) Düzinelerce farklı hücre türü bulunan kompleks bir organ… Soluk borumuzu ters duran bir ağacın gövdesi gibi düşünürsek, bronşları büyük dallara, bronşiolleri de küçük dallara benzetebiliriz. (8) İnce hava yolları olan bu bronşioller en sonunda uçlarında alveol ismindeki çok ince duvarlı hava keselerine bölünürler. İnsan vücudunda ortalama 300 milyon alveol var. Kılcal damar ağıyla çevrili olan bu keseler, akciğerlere hava dolunca balon gibi şişiyor. Oksijen ve karbondioksit değişimi, alveollerle kılcal damarlar arasında gerçekleşiyor. (9) Amerika Birleşik Devletleri'nin Columbia Üniversitesi’nden Prof. Irving Herman, “Physics of the Human Body” (İnsan Vücudunun Fiziği) adlı kitabında alveollerin toplam yüzey alanının 50-100 metrekare olduğunu dile getiriyor. Akciğerin özel yapısı, kanla temas eden alanın çok fazla olmasını sağlıyor. Prof. Herman, “Bu şekilde olmasaydı metabolik oksijen ihtiyacımızı gidermekten çok uzak olurduk.” diyor. (10)

Alveoller içleri ıslak plastik torbalara benziyorlar. Normalde ıslak torbaların iç kısımları birbirine yapışır. Alveollerde üretilen ve surfaktan adı verilen karışım, suyun yüzey gerilimini azaltıyor ve soluk verirken alveollerin büzülüp kalmasına engel oluyor! Surfaktan vesilesiyle alveoller çok daha kolay şişiyor, rahat nefes alabiliyoruz. (11)
Arterlerimizin esnek duvarları çok duyarlı doku tabakalarından oluşuyor. Bu doku, vücudun değişen ihtiyaçlarına göre damar çapını değiştirerek kan akımını etkiliyor. Almanya’nın Max Planck Enstitüsü’nden bilim insanları, damarların iç kısmında anten gibi vazife yapan bir molekül keşfetti. PIEZO1 ismi verilen bu molekül vesilesiyle damar içindeki hücreler gerektiğinde azot oksit salarak damarın genişlemesini sağlıyor. Çalışmaya katılan bilim insanları PIEZO1 genleri etkisiz hale getirilmiş fareleri incelediğinde damarların genişlemediğini, bunun da sürekli yüksek tansiyona yol açtığını tespit etti! (12)
Gözümüzün ön kısmında saat camını andıran çok dayanıklı bir tabaka var. Kornea ismi verilen bu saydam ve eğimli katman, kalkan gibi gözü muhafaza ediyor ve ışığı kırarak odaklanmasını sağlıyor. Korneadan kırılarak geçen ışık, büyüyüp küçülme kabiliyetine sahip göz bebeğinden geçerek şekil değiştirebilen merceğe, oradan da ışığa duyarlı hücrelerin bulunduğu retinaya ulaşıyor. Korneada alışılmışın dışında hiç kan damarı bulunmuyor. Doçent Dr. Reza Dana ve arkadaşları, şeffaf olması lazım gelen korneada kan damarlarının meydana gelmesinin nasıl engellendiğini keşfetti. PNAS ismindeki akademik dergide yayımlanan araştırmalarına göre, korneanın üst tabakasında bulunan çok miktardaki VEGFR-3 adlı protein damar oluşumunu durduruyor. Dana, “gözün kan damarları bulunmayan bir korneanın yaşamaya devam etmesini sağlama özelliği olmasaydı görüşümüz önemli ölçüde bozulurdu.” diyor. (13)
Ses dalgaları kulak zarımızı titreştirdiğinde çekiç, örs ve üzengi isimleri verilen, birbiriyle bağlantılı üç küçük kemik titreşimleri kuvvetlendirerek iç kulağımıza iletiyor. Kohlea ismi verilen salyangoz kabuğunu andıran, içi sıvıyla dolu yapıda bulunan hücrelerin tüy benzeri mikroskobik çıkıntıları titreşimlere tepki veriyor ve beyne sinyal gitmesine neden olan işlemler devreye giriyor. Kulaklarımız vesilesiyle bir senfonideki farklı notaları ayırt edebildiğimiz gibi bir fısıltıyı da duyabiliyoruz. Bu sesleri duyabilmemiz için kohleadaki hücrelerin “tüylerinin” aynı yöne bakacak, hassas bir şekilde düzenlenmiş demetler halinde paketlenmiş olmaları gerekiyor. Demetlerin nasıl meydana geldiğini ve nasıl dizildiğini araştıran Rockefeller Üniversitesi’nden Prof. James Hudspeth ve meslektaşlarının çalışmaları, Daple adındaki protein olmazsa demetlerin yanlış şekilde oluşacağını gösterdi. (14)

Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr Benjamin Thiede, “Değişik sesler duyduğunuzda, kohleadaki her hücre tepki vermez, sadece belirli ses frekanslarına duyarlı olan hücreler verir.” diyor. Thiede, yüksek frekanslı seslerin sesin kulağa girdiği yere en yakın olan ve daha kısa “tüy” demetlerine sahip hücrelerce algılandığını, alçak frekanslı seslerin ise daha içeride bulunan, daha uzun “tüylere” sahip hücrelerce algılandığını söylüyor. Çalışma sonuçlarını Nature Communications’da neşreden Dr Thiede ve ekibi, hücrelerin tüy benzeri çıkıntılarının boylarınının düzenlenmesinde retinoik asit adlı molekülün etkili olduğunu ortaya çıkardı. Thiede, kohleanın uzunluğu boyunca değişik düzeylerde retinoik asit aktivitesi olduğuna dair kanıtlar buldu. Laboratuvar ortamında hücrelere daha fazla retinoik asit eklediğinde daha uzun “tüy” demetleri ürettikleri tespit edildi. Retinoik asidi inhibe eden bir madde kullanılınca  daha kısa boylu “tüy” demetleri meydana geldi. (15)

İç kulağımızda dengeyi kontrol eden bir kısım da var. Üç adet yarım daire şeklinde, içleri sıvıyla dolu kanalla başımızın hareketleri ve konumu takip ediliyor; gelen sinyallere göre gözler ayarlanıyor. Amerika’da Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Charles Della Santina, bunun vücuttaki en hızlı refleks olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Olmasaydı dünya,elle tutulan bir video kameradan izleniyor gibi görünürdü.” (16)

“…Özellikle o varlık, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir ölçü içinde ve çok şeyle irtibatı bulunan bir hayata mazhar ise bu açıkça, onun ayrılık ve karışıklık sebebi olan farklı ellerden çıkmadığını, kudret ve hikmet sahibi bir tek el tarafından yaratıldığını gösterdiği halde...” (17)

DİPNOT:

(11) Ergül KARAKUZU, FARMASÖTİK AEROSOL SİSTEMLER VE KULLANIŞLARI s. 4 https://pharmacy.erciyes.edu.tr/ckfinder/userfiles/files/bitirmeler/Erg%C3%BCl_Karakuzu_Tez.pdf
(17) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 23. Lem'a (Tabiat Risalesi) s. 295 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-ucuncu-lema/295

25 Eylül 2021 Cumartesi

BUNLAR DA MUTASYONLA MI OLDU: İNSANDAKİ MUCİZEVİ KORUYUCU ENGELLER

 

Bağırsağımızın içinde öyle bir bariyer mevcut ki, besleyici maddeler ve suyun bedenimize geçişine izin verirken zehirli maddelerin ve patojen organizmaların geçişini engelliyor. Bağırsağımızın içi değişik işlevleri olan hücrelerden meydana gelen yalnızca tek hücre kalınlığında olan bir “astarla” kaplı. Bu hücrelerin aralarında “sıkı bağlantı” proteinleri bulunmaktadır ve çeşitli sinyal yollarının bağlantıları gevşetip sıkılaştırarak sınırlı geçiş sağlamaktadır. Astar katmanın altında türlü bağışıklık sistemi hücreleri, üst tarafında ise jel benzeri mukus katmanı mevcut. Devamlı salgılanan mukus hücreleri koruyor. İncecik bağırsak astarı, tek katmanlı yapısına rağmen kesintisiz mekanik, kimyasal ve biyolojik saldırıya dayanıyor. (1)

Her 5-7 günde bir bağırsağımızın tüm iç yüzeyi değişiyor. Bağırsak hücrelerini tazeleyen kök hücrelerin dahi “sigortaları” var. Kök hücreler zarar gördüğünde bir haftadan kısa sürede yerlerine yeni kök hücreleri geliyor. Kök hücrelerden meydana gelmiş bağırsak hücreleri, tekrar kök hücreye dönüşüyor!
Kafatasımız, altındaki zarlar, beyin omurilik sıvısı hepsi beynimizi muhafaza ediyor. Şu yazımızda beyin omurilik sıvısı (2) hakkında şu bilgileri vermiştik: Beyin omurilik sıvısı, yastık gibi beyni darbe ve sarsıntılara karşı koruyor; ama tek fonksiyonu bu değil. Beyin omurilik sıvısı beyni çevrelediği için beyin onun içinde yüzer. Böylece olduğundan çok daha hafif hissedilir ve yukarıdan aşağıya bir basınç oluşmaz. Eğer böyle olmasaydı beynin alt bölgeleri üstündeki dokunun ağırlığını taşıyacak ve kan damarları çok kolay tıkanıp beyin ölümüne yol açacaktı. (3) Bu sıvının ilginç bir görevi daha var: Beyni yıkıyor!

İnsan beyni, vücudun toplam enerjisinin yüzde 20 – 25’ini tüketiyor. (4) Bu süreçte çok miktarda protein atık, biyolojik çöp de üretiliyor. Atıkların hücrelerin içinde yahut etrafında birikmesi beyin sinyallerinin iletilmesini engelleyebiliyor. Rochester Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Prof. Maiken Nedergaard ve arkadaşlarının ünlü akademik dergi Science’da yayımlanan araştırmaları, uyku sırasında farelerin beyin hücrelerinin çevresindeki alanın yüzde altmıştan fazla genişlediğini ve beyin omurilik sıvısının hücreler arasında hızla akarak biriken atıkları giderdiğini gösterdi. Uyanık olduklarında ise akış çok yavaştı. (5)
Ancak bir koruyucu daha var ki, gerçekten çok ilginç: Kan beyin bariyeri. Yalın bir anlatımla, beyni zararlı kimyasallardan ve bakterilerden koruyan bir bariyer. (6) İlk olarak 1880 yılında Paul Ehrlich tarafından kan ve beyin arasında seçici geçirgen bir yapı bulunduğu ileri sürüldü. Ehrlich tripan mavisi olarak bilinen doku boya maddesini intarvenöz olarak verdi. Bu boya maddesi ile tüm organların boyandığını, yalnız beyin dokusunun boyanmadığını tespit etti. Goldmann, bu çalışmayı daha da aydınlatmak için beyin omurilik sıvısı içerisine aynı boyayı enjekte etti. Sonuç olarak beyin dışında diğer organların boyanmadığını gördü. (7)

Günümüzde, kan beyin bariyerinin beyne giren ve çıkan her şeyi kontrolden geçiren kompleks bir sistem olduğu biliniyor. Beyin damarlarının iç kısımları endotel hücrelerle kaplı. Bu hücreler sıkı bağlantılar denilen protein yapılarla birbirlerine adeta yapışmış durumda. Bu bariyeri basit bir duvar gibi algılamamak gerek. Yalnızca ufak moleküllerin transferine izin veren sinek teli benzeri basit bir yapı da değil bu. Çok büyük beyaz kan hücreleri dahi beyne girip çıkabiliyor. Beynin ihtiyacı olan bazı maddeler özel nakil sistemleriyle taşınıyor. Kanallar, protein taşıyıcılar ve reseptörlerle amino asitler gibi yaşamsal moleküllerin beyne girmesi sağlanıyor. Endotel hücrelerin içine girmiş “istenmeyen” maddeler de, pompa fonksiyonu gören proteinlerle kana geri atılıyor! (6)
Fonksiyonellik açısından derimiz harikulade bir organ. Bedeni güneş ışınlarından, su kaybından, mikroplardan, kimyasallardan ve diğer çevresel faktörlerden koruyor. İngiltere’deki Imperial College’den Dr Reiko Tanaka ekibi, incecik bir deri katmanının hayret verici yapısını açığa çıkardı. İnsanın saatte 200 milyon deri hücresi döktüğü vurgulanıyor ve bu araştırmanın, muazzam hücre kaybının deri bariyerinin bütünlüğünü bozmadan nasıl meydana geldiğini açıklayabileceği ifade ediliyor.

Derinin en üst kısmında keratin içeren ölü hücreler var. Bunların altındaysa granüler tabaka ismi verilen son derece ince bir katman var. Derinin fonksiyonlarından biri içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye sızmaları önlemek. Granüler tabakanın ehemmiyeti de işte bu noktada kendini gösteriyor. Tabakadaki hücrelerin aralarındaki “sıkı bağlantılar” ismi verilen yapılarla geçirgenlik koordine ediliyor. Ancak ortada şöyle ilginç bir durum var: Derinin aşağı kısımlarından yukarıya doğru devamlı hücre hareketi oluyor. Bir taraftan yeni hücreler granüler tabakaya dahil olurken, bir taraftan da bu tabakada bulunan hücreler yukarıya doğru hareket ediyor. Peki ama, sıkı bağlantı bariyeri bozulmadan bu nasıl gerçekleşiyor? 
Dr Reiko Tanaka ve arkadaşları, 
eLIFE adındaki akademik dergide yayımlanan çalışmalarıyla granüler tabakadaki hücrelerin altı dörtgen, sekiz altıgenden meydana gelen on dört yüzlü tetradekahedron şeklinde olduğunu keşfetti. Dörtgen ve altıgenlerden meydana gelen özel hücre şekli vesilesiyle hücre değişimiyle “sıkı bağlantı bariyerinde” bir boşluk oluşmuyor. Bir hücre granül tabakadan ayrılmadan altındaki, onun yerine geçecek olan hücrenin bazı kenarlarıyla, üstte granül tabakada bulunan komşu hücreler arasında sıkı bağlantılar oluşabiliyor. (8)
İsveç’in Karolinska Enstitüsü’nden Doçent Lars Norlen ve arkadaşlarının araştırması da, insan derisinin en üst katmanındaki hücrelerin çevrelerindeki lipit moleküllerinin olağan dışı dizilişlerini ortaya çıkardı. Yağ moleküllerinin bir hidrofilik (suyu çeken) baş kısımları ve iki hidrofobik (suyu iten) kuyruk kısımları var. Normal durumda, yağ molekülünün iki kuyruğu aynı yöne doğru uzanıyor ve saç tokası benzeri bir görünümü oluyor. Saç tokası şeklindeki yağ molekülleri, suyu çeken başları dış tarafa bakacak biçimde çift katlı lipit katmanı denilen bir yapıya bürünüyorlar. Norlen ve arkadaşları, yağ moleküllerinin çok farklı biçimde dizildiğini keşfetti. Kuyrukları iki tarafa doğru açılmış haldeydi ve moleküller normalden çok daha az geçirgen olacak şekilde dizilmişti. Journal of Investigative Dermatology’de neşredilen makalelerine göre, bu diziliş şekli derinin suyu az geçirir olmasını açıkladığı gibi, gerilme, bükülme ve sıkışmaya karşı direncini de açıklıyor. (9)

“… canlıların yediği çeşit çeşit yiyeceklerden o canlıya bir özel et yapmak, bir cilt dokumak gibi sanatlar, Ehad ve Samed olan Ezel ve Ebed Sultanı’nın özel mührüdür, hususi damgasıdır, taklit edilemez bir imzasıdır.” (10)

DİPNOT:

(7) Nebi YILMAZ, Kan-Beyin Bariyerinin Fizyopatolojisi, Van Tıp Dergisi: 13 (1), 2006 s. 25 https://jag.journalagent.com/vtd/pdfs/VTD_13_1_25_27.pdf
(10) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 8. Söz s. 67 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/sekizinci-soz/67

21 Eylül 2021 Salı

BUNLAR DA MUTASYONLA MI OLDU: İNSANDAKİ MUCİZEVİ KORUYUCU SIVILAR

 

Bebekler harika bir cilt kremine bulanmış olarak dünyaya geliyorlar. Bu, ismi verniks olan, beyaz, peynirimsi bir madde. 

Anne rahminde uzun süre amniyotik sıvı içinde kalan bebeğin derisini muhafaza eden verniks, doğumdan sonra da bebeğin cildini nemli tutuyor, enfeksiyonlara karşı koruyor. (1) Dr. Vischer, yüzde 80 civarında su, yüzde 10 protein ve yüzde 10 lipitten oluşan vernikste bulunan skualen adlı molekülün süper-nemlendirici özelliği olduğunu belirtiyor. Vischer ve arkadaşlarının uzun yıllar süren çalışmalarına göre verniksin yara iyileştirici, temizleyici ve antioksidan özellikleri de var. (2) Hollanda’nın Leiden Üniversitesi’nden Prof. Joke Bouwstra ülseri dahi iyileştirdiğini söylüyor. (3)
Amerika Birleşik Devletleri'nin Maryland Üniversitesi’nden Prof. Mary Ann Jabra-Rizk ve meslektaşları, Plos Pathogens’de yayımlanan makalelerinde insan tükürüğünün birçok antimikrobiyal bileşik içerdiğini belirtiyor ve yara iyileştirici özelliğinden  söz ediyorlar. (4) (İnsanın aklına Hz. Peygamber'in yaralara tükürüğünü sürdüğünü nakleden hadisler geliyor.) Tükürükteki çok sayıdaki antimantardan biri histatin-5 isimli protein. Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bilim inanlarının 2018’de yayımlanan çalışmarına göre, ishale neden olabilen E. coli bakterilerinin ince bağırsağa bağlanma mekanizmalarını etkileyerek bağırsağı enfeksiyondan koruyor. (5)

Tükürük, anne sütü, gözyaşı gibi vücut salgılarında bulunan lizozim de bakterilerin hücre duvarlarına zarar verip çoğalmalarını önlüyor. (6) Gözyaşındaki ve sütteki laktoferrin ise, bakterilerin kümeleşmelerini ve pek çok kronik rahatsızlığın sebebi olan biyofilmleri meydana getirmelerini engelliyor. (7)
Her göz kırpışımızda tazelenen gözümüzü kaplayan gözyaşı, üç ayrı katmandan oluşuyor: Yüzeyde yağlı bir tabaka, ortada farklı proteinler ihtiva eden tuzlu su, iç kısımda ise gözyaşının göze eşit şekilde yayılmasını sağlayan sümüksü bir tabaka var. Yağlı tabakada oleamide isimli maddeyi bulan Ohio Üniversitesi’nden Dr. Kelly Nichols oleamide yahut yağlı bileşenlerden herhangi birinin yetersiz miktarda veya gereğinden fazla olması durumunda yağlı tabakanın nemi hapsetme özelliğini kaybedebileceğini söylüyor. Batma ve yanma duygusuna neden olan göz kuruluğunun insana vereceği rahatsızlık bir yana, gözün mikroskobik boyutta zarar görmesiyle görüş de bozulması da söz konusu. (8)
Canımız acımadan attığımız her adımda ya da kolumuzu kolayca her hareket ettirişimizde bir başka koruyucu sıvının rolü var. Diz, dirsek, omuz ve benzeri kemiklerin birleştiği eklem yerlerinde kemiklerimizin uçları kaygan kıkırdakla sarılı, çevreleri de kıkırdağı “yağlayan” kıvamlı bir sıvıyla dolu. Kıkırdağın aşınmasıyla kemik uçları birbirine sürtse acı, şişlik ve hareket kaybı yaşanabilir. Eklem sıvısındaki lubrisin isimli proteinin kıkırdağın korunmasında önemli rolü olduğu tespit edilmiştir. Lubrisin ihtiva etmeyen sıvı elastikliğini kaybedip kıkırdağı koruyamaz. Şunu da vurgulayalım, eklem hareketleri arttıkça eklem sıvısının elastikliği de artıyor.
Beyin omurilik sıvısı, yastık gibi 
beyni darbe ve sarsıntılara karşı koruyor; ama tek fonksiyonu bu değil. Beyin omurilik sıvısı beyni çevrelediği için beyin onun içinde yüzer. Böylece olduğundan çok daha hafif hissedilir ve yukarıdan aşağıya bir basınç oluşmaz. Eğer böyle olmasaydı beynin alt bölgeleri üstündeki dokunun ağırlığını taşıyacak ve kan damarları çok kolay tıkanıp beyin ölümüne yol açacaktı. (9) Bu sıvının ilginç bir görevi daha var: Beyni yıkıyor!

İnsan beyni, vücudun toplam enerjisinin yüzde 20 – 25’ini tüketiyor. (10) Bu süreçte çok miktarda protein atık, biyolojik çöp de üretiliyor. Atıkların hücrelerin içinde yahut etrafında birikmesi beyin sinyallerinin iletilmesini engelleyebiliyor. Rochester Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Prof. Maiken Nedergaard ve arkadaşlarının ünlü akademik dergi Science’da yayımlanan araştırmaları, uyku sırasında farelerin beyin hücrelerinin çevresindeki alanın yüzde altmıştan fazla genişlediğini ve beyin omurilik sıvısının hücreler arasında hızla akarak biriken atıkları giderdiğini gösterdi. Uyanık olduklarında ise akış çok yavaştı. (11)

“Hem hayat, kainatın idaresinde hüküm süren rızık, rahmet, inayet ve hikmeti içeriyor. Güya hayat onları arkasına takıp girdiği yere çekiyor. Mesela hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit Hakim ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını güzelce yapıp düzene koyar. Aynı halde Kerim ismi de tecelli edip meskenini ihtiyaçlarına göre düzenleyip süsler. Yine aynı halde Rahim isminin cilvesi görünüyor ki, hayatın devamı ve kemali için türlü türlü ihsanlarda, lütuflarda bulunur. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki, hayatın devamı ve gelişip açığa çıkması için gereken maddi, manevi gıdaları yetiştirir ve kısmen bedende depolar. Demek hayat bir odak noktası hükmündedir; çeşitli sıfatlar onda birbiri içine girer, belki birbirinin aynı olur. Adeta hayat tamamıyla hem ilimdir, hem kudrettir, aynı zamanda hikmet ve rahmettir ve hakeza… ” (12)
(12) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 33. Söz, 23. Pencere s. 921 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/otuz-ucuncu-soz/921

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...