Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2021 Cuma

KURBAN VAHŞET MİDİR?

 

Başlıktaki soruyu doğru cevaplayabilmek için önce kurban ve vahşetin ne olduğuna bakalım:

Kurban, ibadet maksadıyla İslami usullere uygun olarak hayvanın boğazlanmasıdır.

Vahşetin ise, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre birinci anlamı yabani, vahşi olma durumudur. (1) Vahşi yaşamda ne ibadet maksadıyla ne de ibadet maksadı olmaksızın İslami usullere uygun bir hayvan boğazlama fiiline rastlanmaz. Zaten vahşi yaşamda görülen hayvan öldürme şekilleri ile öldürülen hayvanlar İslami usule aykırı öldürüldükleri için bu şekilde öldürülen hayvanın eti de yenilmez. Demek ki vahşetin birinci anlamına göre kurbanın vahşet olduğu iddia edilemez.

Vahşetin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ikinci anlamı korku, ürküntü demektir. (1) İslami olarak hayvan, kesim yerine incitilmeden götürülür. Yine İslam'a göre kurbanı kesen kimse hayvana eziyet vermemeye dikkat etmeli, bıçağı hayvana göstermemeli ve keskin bıçak kullanmalıdır ve kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. (2) Görüldüğü üzere ne insana ne de hayvana bakan yönüyle kurban kesiminde korku öğesi bulunmamaktadır. Ama yine de kendisini kan tutması vs gibi özel halleri bulunan insanların da zaten kesime şahit olması şart değildir.

Vahşetin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre üçüncü ve son anlamı ise ıssızlık, yalnızlıktır. (1) Kurbanın bu anlam ile de alakası olmadığı açıktır.

Bazen kurban bayramında çok sayıda hayvan kesilmesi eleştiri konusu yapılmaktadır. Oysaki Kurban bayramı öncesi ve sonrasında bir müddet dışarıdan et alımının azaldığını düşünürsek totalde kesilen hayvan sayısının kurban bayramı olmasa da pek değişmeyeceği ortaya çıkar. Kurban bayramı sayesinde bari fakirlerin evine et girmiş oluyor. Dolayısıyla İslam'ı kurban bayramından dolayı eleştirmek hiç mantıklı değil.

Hayvanların ölmesi eleştiri konusu yapılıyorsa eleştiren kişi et yiyen biriyse kendi keyfi için kesilen hayvanı afiyetle yerken, insanların bir kısmını da fakirlere dağıttığı et için hayvan kesilmesine sırf ibadet olduğu için karşı çıkması ve eleştirmesi hiç etik değildir.


Eğer et yemiyorsa en azından mutlaka ot yiyordur. Maddeci bakışa göre hayvanla bitki arasında hiçbir fark yoktur. Ha biri öldürülmüş ha diğeri fark etmez. (3) Maddeci olmayan bakışa göre ise hayvanlar ve bitkiler insan bedenine girerek insanlaşmakta ve daha üst varlık mertebesine ulaşmaktadırlar ve bunun da vahşetle alakası yoktur.

Eğer hayvanların acı çekmesi eleştiri konusu yapılıyorsa mevcut bilimsel verilere göre en az acı, İslami usul kesim (2) olan boğazın iki tarafındaki şah damarları, yem ve yemek borusundan en az üçü kesilmesi ve hayvanın kanının iyice akmasını temin için bir süre beklenmesi şeklindeki kesimde görülür.

Hannover Üniversitesi (Almanya) Veteriner Fakültesi’nde Profesör Wilhelm Schulze başkanlığında bir heyet tarafından, koyun ve sığırların piston tabancasıyla bayıltılarak ve bayıltılmadan kesilmesi esnasında oluşacak ağrının EEG (elektroensefalograf) ile kalpteki değişimlerinde ECG (elektrokardiyogram) ile ölçümüne dayalı bilimsel bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırmada beynin üstündeki kafatası yüzeyine elektrotlar yerleştirilmiştir. Bazı hayvanlar, keskin bir bıçakla hızlı bir şekilde boğaz bölgesinden yemek borusu, soluk borusu, jugular ve karatoid arterler de dâhil omuriliğe kadar kesilmiştir. Neticede bayıltmadan bıçakla kesimin daha az ağrılı olduğu tespit edilmiştir. Diğer hayvanlar ise, bayıltmayı müteakip kesilmiştir. Bayıltmadan kesim işlemini müteakip ilk üç saniye içerisinde EEG kayıtlarına göre bir değişikliğin olmadığı, yani hayvanın hissedilebilir bir ağrı çekmediği, bunu takip eden üç saniye içerisinde ise, EEG kayıtlarından, vücuttan fazla miktarda kanın dışarı akması ve beyindeki hayatî damarlara giden kan miktarının azalmasına bağlı şokun ve duyu kaybının hâkim olduğu izlenmiştir. Kesim işlemini müteakip altı saniye sonra ise, EEG’nin sıfır seviyesine indiği, yani hayvanın hiç ağrı çekmediği tespit edilmiştir. Tabanca ile bayıltma işleminde hayvanlar net bir hissizlik ve hareketsizlik sergilerken, EEG kayıtlarından bayıltmayı müteakip süratli bir şekilde şiddetli bir ağrının varlığı tespit edilmiştir. (4)

Diğer kesim yöntemlerini kısaca incelersek:

Elektrikle Bayıltma (Elektro-şok)

Bu metodun uygulandığı hayvanların çeşitli bölgelerinde kanamalar gözlenebilmekte ve bu da etin kalitesini düşürmekte, yükselen kan basıncıyla birlikte kesim sırasında bazı damarlar yırtılarak kan doku içerisine yayılabilmekte, kalça ve kürek kemiklerinde kırıklar görülebilmekte ve akımın yüksek olmasına göre verilen elektrik kalbin durmasına ve ölüme sebep olabilmektedir. (5)

Tabancayla Bayıltma

Bu yöntemde tabancanın ucundaki 15 cm uzunluğunda demir bir çubuk aniden hayvanın alnından içeriye girip beyin dokusunu tahrip eder ve bu nedenle hayvan geri dönüşümsüz olarak bayılır. Hayvan, boğazı kesilse de kesilmese de ölüme doğru giden bir şok durumuna girmiştir.

Yapılan araştırmalarda, bu yöntemin kanamalara neden olduğu, adrenalin miktarını artırdığı, ette kalite bozukluklarına rastlandığı ve Deli Dana Hastalığının hayvanlardan insanlara bulaşmasında etkili olabileceği ifade edilmiştir. (6) Hatta İngiltere'de bu metod Deli Dana Hastalığı riski sebebiyle 2001 yılının Ocak ayında yasaklanmıştır. (7)

Gazla Bayıltma

Karbondioksit gazı ile bayıltma yöntemi de oldukça masraflı ve hayvanların gaza dayanıklılıklarının farklı oluşu sebebiyle tercih edilen bir yöntem değildir. Hayvanların bayıltma tünellerine alınmaları sırasında ve CO2 oranı yüksek havayı solumaları anında kateşölaminlerin kana salınmasını arttırması sonucu strese girmeleri de önemli bir dezavantaj olarak belirtilmiştir. (6)

Alına tokmak (balyoz) ile vurmak sureti ile bayıltma

Bu metotta hayvanın alnına bir tokmakla vurulmakta ve hayvan bayıltıldıktan sonra boğazlanarak boyun damarları kesilmektedir. Genelde alında bir kırık oluşmaz. Ancak beyinde geniş kanamalara rastlanılmaktadır. Bahse konu metotla bayıltmada bilinç kaybı çok kısa sürdüğünden 12 saniye içinde hayvan boğazlanmalıdır. Eskiden Avrupa’da kullanılan söz konusu yöntem, bazı hayvanların kafatasları kalın olması hasebiyle veya yanlış bir uygulamada kafatasının sadece kırılmasından dolayı bayıltma gerçekleşmediği için hayvanın çok büyük acılar çekmesi sebebiyle günümüzde pek tercih edilmemekte birlikte Amerika’daki bazı mezbahalarda hala kullanılmaktadır. (6)

Sonuç olarak, İslâmi usul kesim, hem kanın daha hızlı ve daha çok boşalması hem de hayvanın en az acı çekmesi yönünden en başarılı yöntemdir ve kurban kesinlikle bir vahşet değildir.

DİPNOT:

(4) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 454 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf
(5) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 450 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf
(6) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 448-449 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Hitler Nasıl Diktatör Oldu?

 

Hitler'in, Alman halkı içindeki politik ayrılıkları ortadan kaldıracak ve onları bir iç ve dış düşmana karşı bir araya getirecek bir düşman olgusuna ihtiyacı vardı. Yahudiler Goebbels tarafından bu iş için kullanıldı. Bir rejim diskuru yaratıldı. Bu diskur, yedi yirmi dört radyo ve yazılı basın kanallarıyla halka pompalandı. Antisemitizm istenilen seviyeye geldiğinde, artık Almanlar her şeye yeni rejimin diskuru perdesinden bakıyordu. Hitler, diskur mimarisini tartışmasız rejimin en önemli güç aracı olarak kullandı. Almanya’nın tüm sorunlarını bu “öteki” imajıyla “izah etti” ve halk bunu hararetle benimsedi. Böylelikle “Yahudilerin” devletten ve toplumdan “temizlenmesi” süreci başladı. Statüleri değiştirildi. Kriminalize edildiler. Sippenhaft (aile boyu suç) konsepti çerçevesinde toplumdan tecrit edildiler. Okul çocuklarına kadar Yahudilerin “kötü olduğu” algısı Alman toplumuna yerleştirildi. Mal ve mülklerine el kondu. İşlerini kaybettiler. Bir kısmı ülkeden kaçabilmeyi başardı. Büyük kısmı ise toplama kamplarına gönderildi.

27 Şubat 1933 günü Alman meclisi Reichstag binasına yapılan kundaklama, Hitler'in muhaliflerin üzerinde baskı kurmasının ve geniş çaplı tasfiyeler yapabilmesinin önünü açtı. Rejimi pekiştirdi ve rejimin otoriterlik seviyesinde bir dönüm noktası oldu. Rejim, yürürlükteki Weimar Anayasasının ilgili maddelerini işletilerek olağanüstü hal ilan etti ve Hitler böylelikle parlamentoyu baypas edebilecek olanağa kavuştu. Böylece 1933 yılı itibarıyla zaten sınırlı olan Almanya demokrasisi tümüyle rafa kaldırıldı. Kanun hükmünde kararnameler ilan edilerek basın özgürlüğü ve bireysel hak ve hürriyetler büyük oranda askıya alındı. Bir korku imparatorluğu inşa edildi. İçişleri bakanı Herman Göring bu dönemde birçok faili meçhul cinayet ve suikastı gizli servisle beraber planladı, onlarca muhalif kaçırıldı ve işkenceden geçirildi. Yüzlerce basın mensubu, akademisyen ve muhalif fabrikasyon gerekçeler üretilerek hapse atıldı veya toplama kamplarına gönderildi. İşin ilginci, Naziler Reichstag’ı kendilerinin kundakladığını gizlediler. Suçu Komünistlere yıkabilmek için kundaklamayı Hollandalı bir aktivistin yaptığını, bunun bir organize kalkışma olduğunu ileri sürdüler. Bu yolla tüm faşizan takibat ve zulüm politikalarını aklamış oldular. Alman halkı Nazilere inandı. Bu planlamalar, içişleri, istihbarat ve propaganda birimlerinin titiz çalışması sonucu üretildi ve uygulandı. Tek hedef zulüm rejimini halk nezdinde meşrulaştırmak ve rejimin iktidarını konsolide etmekti. Başardılar. Almanya’yı tümüyle karanlığa gömecek bir rejim böylelikle kontrolü tam anlamıyla sağladı.

Naziler Reichstag yangınının ardından yaklaşık 4,000 (dört bin) insanı tutukladı ve işkenceden geçirdi. Çoğu tutuklu neden tutuklandığını bile öğrenemeden yıllarca hapiste kaldı. Gözü korkan basın hiçbir eleştirel bakışta bulunmadan Nazi diskurunu kabullendi. Alman akademisi bu ağır hak ihlallerine ses çıkartmadı. Zaten bu dönem akademiden muhalifler, başta Yahudi kökenli bilim insanları olmak üzere, uzaklaştırıldı. Çoğu yurtdışına kaçtı. Kaçtıkları ve sığındıkları ülkelerden biri de, kadere bakın, Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Kontrollü Reichstag yangınından itibaren üç yıl kadar bir süre içinde Nazi rejimini eleştiren hiçbir muhalefet partisi veya siyasi hareketi kalmadı. Tüm eleştirel düşünen ve anayasal Weimar devletinin anayasal düzeninin yeniden tesis edilmesini savunan aydınlar takibata uğradı ve ya ülkeden kaçmak zorunda bırakıldı veya hapse ya da toplama kamplarına yollandı. Aynı şekilde bu insanların aile bireyleri de Sippenhaft anlayış çerçevesinde (kolektif suç ilkesi gereği) kriminalize edildi. Böylelikle yeni rejim, Hitler liderliğinde tek bir parti olana kadar dönüştü ve sonunda totaliter ırkçı faşist bir ölüm makinesi halini aldı.

Bu tarihten bugün ne öğreniyoruz? Propaganda ve algı çalışmaları ile istihbarat eş güdümü sayesinde topluma istenilen algının pekâlâ kabul ettirebildiği, böylelikle rejimlerin kendi işlerine gelen “gerçekliği” yaratabildikleri! Reichstag yangınından da bu tür kirli rejimlerin istedikleri ortama bahane olacak fabrikasyon gerekçeleri nasıl ürettiklerini öğrenmiyor muyuz? Bu noktaya gelen ve diktatörleşmeye evrilmeye çalışılan rejimlerin önünde olan olasılık, bu aşamadan sonra, geniş çaplı bir “ölüm-kalım savaşı” senaryosuyla, efsunlanmış halkı daha da rejime sadık ve dünyadan-gerçekten kopuk bir halka dönüştürmektir!

Keşke Hitler’e engel olunabilseydi, keşke Nazilere karşı Almanlar direnebilseydi! Keşke bir anda ortadan kaybolan veya gözlerinin önünde tutuklanan komşulara vaktinde sahip çıkılabilse, yapılan utanç kaynağı rezil suçlar engellenebilseydi. Keşke, keşke, keşke! Bunları kitaplardan okurken, filmlerini izlerken, müzeleri gezerken düşünüyoruz! Peki, dünyanın dört bir yanındaki insanlar neden kendi ülkeleri, toplumu ve devleti söz konusu olduğunda, tarihten öğrendiğimiz dersin vermesi gerekli olan bilgeliği devreye sokamıyor? Toplumlar istemeden liderler onları felakete sürükleyemez! Ve bedeli her zaman toplumlar öder.

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...