doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2021 Pazartesi

BUNLAR DA MI MUTASYONLA OLDU: HÜCRE FARKLILAŞMASI

  

Hücreler, koordinasyon içinde anatomik yapıları nasıl oluşturuyor? Prof. Michael Levin'in  tavuk embriyolarıyla gerçekleştirdiği araştırmalar, hücrelerin sağ-sol ayrımı yapmasında biyoelektrik sinyallerin etkili olduğunu ortaya çıkardı. (1)

Prof. Levin ve arkadaşları, göz oluşumuna vesile olan elektrik kodu kurbağa embriyosunun başı haricinde bir bölgeye uyguladığında o bölgede göz oluştu. (2)

Hücrelerin içlerindeki ve dışlarındaki iyonların dengesine göre değişen voltajları vardır. Buna hücre zarı voltajı deniliyor. Hücre zarındaki pompalar ve belirli sinyallere göre açılıp kapanan kapıları olan seçici kanallar, sodyum, potasyum iyonları gibi iyonların hücre içine giriş çıkışını koordine ederek voltajı değiştirebiliyor.

Bilim insanları bu voltaj değişimlerinin gen aktivitelerini etkileyerek hücre farklılaşmasına vesile olduğunu keşfetti. Biyoelektrik hücrelere bölünmelerini, farklılaşmalarını yahut göç etmelerini “söyleyebiliyor.”

Levin’le birlikte çalışan bilim insanlarından Dr. Dany Adams, belirli voltajlara yaklaştıkça hücrelerinin parlak renk almasına vesile olan boyalarla işlem görmüş kurbağa embriyosunu inceledi. On beş dakika arayla fotoğraf çekmeye ayarlanmış bir makineyle 64 fotoğraf çeken Adams, embriyo gelişiminin 16 saatini gösteren fotoğraflar elde etti. Bunları arka arkaya ekleyip 13 saniyelik bir filme dönüştürdü. Ortaya çıkan görüntüler hayret vericiydi. Embriyoda bazı şekiller belirip parlıyor ve kayboluyordu. Örneğin ağzın oluşacağı yerde bir çizgi parlıyor, ardından hızla kayboluyordu. Sol gözün olduğu yerde çok kısa süreliğine bir nokta parlıyor, hemen peşinden sağ gözün olduğu yerde de bir nokta belirginleşiyor sonra silikleşiyordu.

Henüz ağız yahut göz oluşmamışken hücrelerin belirli voltajlara getirilmesiyle gerekli genler aktif duruma geçiriliyor, ardından organlar şekil alıyordu! Sonuç olarak genlerin proteinleri ürettiği, bunun neticesinde de göz veya ağzın oluştuğu şeklindeki sıralamanın eksik olduğu ve araştırmaların bunun gerçekleşmesi için biyoelektrik sinyallerin gerekli olduğuna işaret ettiği ortaya çıktı. (1)
Araştırmalarını, Amerika’nın Tufts Üniversitesi’nde ve Harvard Üniversitesi’nde devam ettiren Prof. Levin, Eylül 2020'de The Scientist’da yayımlanan makalesinde çok sayıda embriyo türününün ikiye bölününce bütünüyle yeniden oluştuğunu söylüyor. Levin, birçok hayvan türünün yetişkinlerinin de vücutlarının eksilen bazı kısımlarının yeniden oluşabildiğini belirtiyor. Semenderlerin (Ambystoma mexicanum) bacakları, gözleri, kulakları, omurilikleri, beyinlerinin bazı parçaları yeniden meydana gelebiliyor. Bir deniz canlısı olan tunikatın (Botrylloides leachi) yalnızca bir damar parçasından dahi yeni bir tunikat meydana geliyor. Yassı solucan (Turbellaria), kesildiğinde her parçanın eksik tarafları tamamlanıyor ve her parçadan farklı bir solucan meydana geliyor!

Levin, hayret verici olan yalnızca yaralanmadan sonra büyümenin başlaması ve değişik hücre türlerinin meydana gelmesi olmadığını, şekillenmenin doğru anatomik yapı tamamlanana dek sürüp durmasının da hayret verici olduğunu belirtiyor. Makalesinde eski bir araştırmalarını örnek gösteriyor: Levin’in çalışma arkadaşları, kurbağa embriyolarının yüzlerine müdahale ederek kusurlu hale getirmişti. Müdahale edilen embriyoların yüzlerindeki yapılar çarpıcı biçimde yer değiştirdi. Araştırmayla alakalı yapılan basın açıklamasında şöyle deniliyordu: “Sanki sistem normal durumdan sapmaları fark edebiliyor ve düzeltmeye başlıyordu.” Levin, yüzdeki yapıların farklı şekillerde hareket edip çoğu zaman olmaları lazım gelen pozisyonu bulduklarını belirtiyor.

Tek hücrenin son derece kompleks bir organizmaya dönüşmesi gen faaliyetlerinin harika bir şekilde düzenlenmesiyle meydana geliyor. Belirli zamanlarda belirli genlerin aktif hale getirilmesiyle hücreleri pek çok açıdan değiştirebilen proteinler üretiliyor. Örneğin, göz rengi geninin bedenin her hücresinde var olduğu; fakat göz rengi proteininin üretilmesinin yalnızca gelişimin belirli bir evresinde ve yalnızca gözün renkli kısmını oluşturan hücrelerde meydana geldiği belirtiliyor. Embriyo gelişimi, uzaktaki hücrelerin genlerini aktive edebilen sinyal moleküllerinin de dahil olduğu çok karmaşık bir süreç. Bu süreç vesilesiyle hücreler doğru zamanda, doğru yerde, doğru miktarlarda, doğru dokuları oluşturabiliyor. (3)

“Senin vücudun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki, her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine baş başa verip boşlukta durdurulmuş. Belki vücudun, bu saraydan bin defa daha hayret vericidir. Çünkü, o beden sarayın, daima, tam bir düzenle tazelenmektedir. Gayet harika olan ruhu, kalbi ve manevi latifeleri görmezden gelsek bile, yalnız bedenindeki her bir organ, kubbeli birer menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi birbirleriyle tam bir denge ve düzen içinde baş başa verip harika bir bina, fevkalâde bir sanat, göz ve dil gibi hayret verici birer kudret mucizesi gösteriyorlar.

Eğer bu zerreler, şu âlemin Ustasının emrine tabi birer memur olmasalar, o vakit her bir zerre, bütün o vücuttaki zerrelere hem mutlak hâkim, hem her birisine mutlak mahkûm, hem her birisine benzer, hem hâkimiyet noktasında zıt, hem yalnız Vâcibu’l-Vücûd’a mahsus çoğu sıfatın kaynağı, hem gayet sınırlı, hem gayet sınırsız bir surette olmakla beraber, birlik sırrıyla yalnız Vahid ve Ehad bir Zât’ın eseri olabilen gayet muntazam tek bir elden çıkmış sanat eserini o sayısız zerrelere isnat etmek, zerre kadar şuuru olan, bunun pek açık bir şekilde imkânsız, belki yüz derece imkânsız olduğunu anlar.” (4)

DİPNOT:

(4) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 23. Lem'a Tabiat Risalesi Kısmen günümüz Türkçesiyle s. 297 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-ucuncu-lema/297

30 Eylül 2021 Perşembe

BİLİM İNSANLARINA İLHAM KAYNAĞI OLAN DOĞADAKİ BAZI SANAT ESERLERİ

  

"Endüstri alanında gerçekleşmesini düşlediğimiz birçok şey, zaten doğada var..." Bunlar, ABD'nin ünlü iletişim şirketi Lucent Technologies' den biyo-taklit uzmanı Joanna Aizenberg' in sözleri. Ağaç gövdesinden kirpi dikenine kadar tüm biyolojik malzemeler, üstün bir tasarımı yansıtıyor. Ancak, bu tasarımları fark edebiliyor muyuz, onlardan yeterince yararlanabiliyor muyuz? Bugün, birçok bilim adamı, biyo-taklit malzemeler yapmak için doğaya yöneliyor. Çünkü biyolojik malzemeler, insan yapımı malzemelerden farklı. Yenilenen, geri dönüşümlü, koşullara göre değişen "akıllı malzemeleri"; büküldüğü halde kırılmayan, darbe almasına rağmen çatlamayan; hem esnek hem de dayanıklı olan maddeleri; karmaşık, çok işlevli kompozitleri doğada gözlemlemek mümkün. Şimdi, bu yapıların bazılarına göz atalım ve insan aklına nasıl önderlik yaptıklarını görelim: (1)

Massachusetts Institute of Technology’den (MIT’den) Doç. Dr Xuanhe Zhao ve arkadaşları, örümceklerin ıslak ortamlarda da avlanabilmelerine vesile olan yapışkan maddeyi örnek alarak iki ıslak yüzeyi saniyeler içinde birleştiren çift taraflı bir bant geliştirdi. (2) 
Dr Zhao, biyolojik yapıştırıcı teknolojilerinin dikişlerin yerini almasını amaçladıklarını söylüyor. (3)
Bilim insanları sümüklüböcek, midye, kertenkele ve benzeri pek çok canlının nesnelere nasıl tutunduğunu inceliyor. Sümüklüböceğin salgısı hemen her çeşit engelin üzerinden zarar görmeden geçebilmesine, dik yüzeylere tutunabilmesine, ağaç dallarından sarkabilmesine vesile olan çok işlevli bir malzeme. (4) İngiltere’nin Nottingham Trent Üniversitesi’nden fizikçi Dr. Michael Newton’un PLOS ONE isimli akademik mecmuada yayımlanan makalesine göre, sümüklüböcekler teflona, hatta yeni teknoloji ürünü süper kaygan yüzeylerin hemen hepsine tutunabiliyor. (5) Washington Üniversitesi zooloji profesörü Ingrith Deyrup-Olsen’in çalışmasına göre, “sümük” hücrelerde granüller şeklinde paketli olarak depolanıyor. Suya temas eden granüller son derece hızlı bir biçimde hacimlerinin 100 katına kadar su çekebiliyor. 
Prof. Smith şöyle söylüyor: “Buna benzer bir jel mükemmel bir medikal yapıştırıcı olurdu. Islak yüzeylere yapışır ve doku ne kadar çok eğilip bükülürse bükülsün, onunla birlikte eğilip bükülürdü. Sızıntı, yara izi hiç olmazdı.” (4) Harvard Üniversitesi’nin Wyss Biyolojik İlhamlı Mühendislik Enstitüsü’nden Prof. Dave Mooney ve arkadaşları, bu salgının yapısından ilham alarak güçlü bir medikal yapıştırıcı üretti. Kabuklu deniz hayvanlarının kabuğundaki bir polimeri ve yosunların hücre duvarlarında bulunan bir maddeyi kullanarak geliştirdikleri jeli andıran yapıştırıcı delik bir domuz kalbinde denendi. Islak zemine uygulanmış olmasına rağmen ve kalp binlerce kez şişirildiği halde yapıştırıcı işlevini korudu. (6)
Suyun altında kuvvetli bir şekilde yüzeylere yapışabilen ve fırtınalarda bile tutunduğu yerden kopmayan midyeler de güçlü yapıştırıcı geliştirmek isteyenlere yol gösteriyor. Kayaya yapışmış bir midyeye yakından bakarsak midyeden dışarıya doğru uzanan, her birinin ucunda bir damla yapışkan bulunan birçok iplikçik görürüz. Kimyasal analizlerde, midyenin yapışkanında yüksek oranda demir bulundu. Midyenin deniz suyundan süzdüğü demir, proteinleri bağlamak için kullanılıyor ve ortaya çok güçlü bir malzeme çıkıyor. (1)

“Her şeyin son derece hem sanatlı hem kolayca yaratılması gösteriyor ki, hepsi kuşatıcı bir ilim sahibi olan bir Kadîr-i Ezelî’nin eseridir.” (7)

DİPNOT:

(7) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 26. Lem'a s. 382 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-altinci-lema/382

17 Eylül 2021 Cuma

İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİK ÖRNEKLERİ: HAYVANLARIN SİLAHLARI

  Öncelikle detaylarını şu yazımızda bulabileceğiniz (1) indirgenemez komplekslik hakkında kısa bilgiler vererek yazıya başlayalım:


İndirgenemez karmaşıklık (irreducible complexity) kavramı mikrobiyolog Michael Behe ile ön plana çıkmıştır.

Prof. Michael J. Behe indirgenemez karmaşıklığı bir makalesinde şöyle tanımlamıştır:

İndirgenemez karmaşıklıkla söylemek istediğim birçok etkileşimli parçadan oluşan, temel bir görevi yerine getiren ya da katkıda bulunan tek bir sistemdir. Bu tür bir sistem, tedricen, küçük, başarılı öncü değişikliklerle üretilemez. “Çünkü doğal seçilim işleyen bir görevi seçmeye dayanır. Bir indirgenemez karmaşık sistemin, eğer böyle bir şey varsa, doğal seçilim için tam bir bütün olarak çalışır halde aniden oluşması gereklidir” (2)

Behe, bu durumu fare kapanıyla örneklendirir. Behe'ye göre tahta platform, yay, yakalayıcı, metal çubuk ve benzeri kısımlardan oluşan fare kapanının işlevsel olabilmesi için bütün bu parçaların eksiksiz olarak bir arada bulunması ve uyumlu bir şekilde birbirine monte edilmiş olması gerekir. Bunlardan birinin bile eksik olması durumunda kapan çalışmaz. (3)

Behe’ye göre hücre ve hücrenin içindeki biyolojik sistemler/moleküler makineler insan eliyle yapılmış sistemlere oranla çok daha kompleks yapılardır. Bunların görev ve fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için sistemi oluşturan bütün parçalarının eksiksiz bir şekilde aynı anda mevcut olmaları, sırasıyla ve doğru bir şekilde bir araya gelmeleri gerekir.

Behe, moleküler sistemlerin nasıl basitleştirilemez ve eksiltilemez karmaşık yapılar olduğunu, dolayısıyla evrimleşerek oluşamayacaklarını hücredeki tüycükler, bakteri kamçısı ve kanın pıhtılaşması gibi somut örnekler üzerinden detaylı bir şekilde izah eder.

Moleküler biyoloji alanındaki keşifler vesilesiyle hücrenin yapısı aydınlatıldıkça bilim insanları, daha önce hayal bile edemeyecekleri nasıl karmaşık ve muhteşem bir sistemle karşı karşıya olduklarını daha iyi anlıyorlar. Çünkü stoplazmasındaki organellerin her biri ayrı birer moleküler makine olan hücre, nakil sistemleri, üretim hatları, enerji santralleri, rafineleri, genetik bilgi bankası ve savunma mekanizmalarıyla en büyük şehirlerden bile daha kompleks bir yapıya sahiptir. İçerisinde saniyede üç bin kimyevi reaksiyon meydana gelir. (4) Böyle kompleks bir sistemin düzen ve uyumunun bozulmadan uzun bir süre zarfında farklı parçaların kademe kademe bir araya gelmesiyle oluşabileceğini hayal etmek dahi zordur.

İndirgenemez karmaşıklık yalnızca hücre seviyesinde değerlendirilecek bir mesele değildir; gözün yapısından, midenin gıdaları sindirme faaliyetine, kalbin kan pompalamasından böbreklerin kanı süzmesine, dolaşım sisteminden solunum sistemine kadar bütün doku, organ ve sistemleri aynı şekilde kompleks birer biyolojik makine olarak görebiliriz.

Çağımızda birçok bilim insanının çalışmalarıyla, hücredeki en ufak biyolojik makinelerin dahi evrimleşerek rastlantısal olarak oluşamayacağı ortaya konulmuştur. Michael Behe, dünya kütüphanelerinin katalogları ve bilgisayar arşivleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, kompleks biyokimyasal sistemlerin evrimleşme sonucu ne şekilde meydana geldiğini izah eden herhangi bir eser ve çalışmaya denk gelmediğini ifade etmiştir. (5)

İşte indirgenemez kompleksliklerden biri de hayvanların silahlarıdır.

Örneğin bazı karidesler (Alpheidae) kocaman bir boks eldivenine benzeyen kıskaçlarıyla avlanıyor, ama avlarına temas etmeden, uzaktan “nakavt ediyorlar.” Özel yapılı büyük kıskaçları hızla kapanırken aradan hızı saatte neredeyse 100 kilometreye varan bir su jeti fışkırıyor. Su jetinin arkasında meydana gelen büyük kabarcığın şiddetle patlaması şok dalgası oluşturuyor; karidesin yiyebileceği canlıları sersemletiyor ya da öldürüyor. Kabarcıkların patlama sesi o denli fazla ki, parmak kadar karidesler bir araya geldiklerinde denizaltıların sonar kullanımını etkiliyorlar. (6)

Bu karideslerle alakalı ayrıntılı çalışmalar yapan Hollanda Twente Üniversitesi akademisyenlerinden Dr Michel Versluis, kabarcığın içinde sıcaklığın anlık olarak 4000 dereceyi aştığını, güneşin yϋzey sıcaklığına vardığını söylüyor!  Versluis ve ekibi, meşhur akademik dergi Nature’da yayımladıkları makalelerinde şu sözlere yer verdi: “Kabarcık patlarken flaş şeklinde, kısa süreli yoğun ışık açığa çıkıyor. Bu, patlama sırasında kabarcığın içinde aşırı basınç ve en az 5000K (4700 santigrat derece) sıcaklığın olması gerektiğine işaret ediyor.” Çalışma ekibinden Prof. Detlef Lohse ise, aksi halde ışığı görmeyeceğimizi söylüyor. (7)

Örümcek Adam’ın bileğinden ağ fırlatarak suçluları yakalaması gibi avlanan canlılar da var. Kütük ayaklılar (Onychophora) adı verilen, solucana benzeyen, bu hayvanlar başlarının iki yanında bulunan, sağa sola çevrilebilen tüpler “çapraz ateş” şeklinde jelimsi bir madde fışkırtıyor. Nature Communications’da neşredilen bir çalışmaya göre, püskürtücü başlıkların şekilleri ve elastikiyeti jelimsi maddenin her yöne fışkırmasını sağlıyor. İlginç özellikleri olan bu madde, avlamak istedikleri böceğe yapışıyor ve hızla sertleşerek tutsak eden iplere dönüşüyor. Böcek kabukları suyu iten mumsu katmanla kaplı ancak, deterjanlarda kullanılan nonilfenol adlı kimyasal ve yağ molekülleri içeren sıvı, böceğin üstüne iyice yayılabiliyor. Almanya’nın Max Planck Enstitüsü’nden Alexander Bär ve arkadaşları, sıvının içerdiği protein ve yağ moleküllerinin birleşerek daima çapları 75 nano civarında olan kürecikler oluşturduğunu tespit etti. Avın hareketleriyle küreciklerin bozulduğunu, yağ moleküllerinin ve proteinlerin ayrıldığını anlatan Bär, proteinlerin iç kısımda uzun lifler meydana getirdiğini, su ve yağ moleküllerinin ise bir tür kılıf meydana getirdiğini söylüyor. (8)

Bukalemunlar yavaş hareket eden canlılar. Ama, birbirinden bağımsız hareket eden gözleriyle etraflarını çok iyi tarayabiliyor, renk değiştirme kabiliyetleri sayesinde kamufle olmuş şekilde av bekliyorlar. Bukalemunun ağzında kıvrılmış olarak duran dili, lazım olduğunda jet uçağına oranla 5 kat daha hızlı hızla dışarı fırlıyor ve hayvanın vücudunun bir buçuk katına kadar uzuyor. (9) Peki ama, mϋthiş hızla fırlayan dil neden böceğe çarpıp düşürmüyor? Journal of Experimantal Biology'de yayınlanan bir çalışmayla çarpışmaya birkaç milisaniye kala dilin ucunda bir tür vantuz oluştuğu keşfedildi. Dr. Herrel, bukalemunları uyuşturup vantuzun oluşmasına vesile olan kasları uyaran sinirleri kesti. Bukalemunlar beslenmek istediğinde, dilleri avı kapmak yerine çarpıp düşürüyordu! Şunu da ekleyelim, sinirlerin tekrar büyüdügü, hayvanların normal beslenebildikleri belirtiliyor. (10)
Su fışkırtarak dalların üzerindeki böcekleri düşürüp yiyen okçu balıklar (Toxotidae), su yüzeyinin üç metre yukarısındaki böcekleri bile avlayabiliyor. Suyun içinden bakıldığında cisimler bulundukları konumdan biraz daha yukarıda görünüyor. Buna karşın hedefe isabet ettiriyor, hatta uçan sinekleri bile vuruyorlar. (11) Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences dergisinde yayınlanan Dr Shelby Temple ve arkadaşlarının çalışmasında okçu balıkların aynı anda hem su altını hem de üstünü net gördüğü keşfedildi. Araştırma ekibinden Prof. Shaun Collin, retinadaki farklı bölümlerin görme alanındaki farklı bölgelere ayarlı olduğunu, böceğe odaklanırken kendi çevrelerini de tarayabildiklerini ifade ediyor. (12) Peki, boyları çoğunlukla 18 santimetreyi geçmeyen (11) bu küçük balıklar, çok iyi bir şekilde tutunabilen böcekleri nasıl düşürebiliyor? Almanya’nın Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nden Prof. Stefan Schuster ve arkadaşlarının akademik dergi Current Biology’de yayımlanan araştırmaları, okçu balıkların böcekleri tutunma uzuvlarının sağladığı gücün yaklaşık on katı güçle vurduklarını gösterdi. (13) Schuster ve aynı üniversiteden Dr. Thomas Schlegel’in Science mecmuasında yayımlanan makalelerine göre, böceklerin nereye düşeceğini de hesaplıyorlar ve bu hesaplama sadece 40 milisaniye sürüyor. (14)

Çalışma sonuçlarını PNAS isimli akademik mecmuada yayımlayan Amerika’nın Nebraska Üniversitesi’nden Aaron Rundus, sincabın vücudundaki gizli savunma sistemini sincaplara kızıl ötesi kamerayla bakınca keşfetti. Karanlıkta çıngıraklı yılanlara denk gelen sincapların kuyruklarını normalden daha çok salladıkları biliniyordu, ancak bu davranışın nedeni açıklanamıyordu. Rundus, çıngıraklı yılanların varlığını fark eden sincapların kuyruk sıcaklığının büyük oranda arttığını belirledi. Çıngıraklı yılanlar, yüzlerindeki kızıl ötesi sensörler vesilesiyle 0,003 derecelik sıcaklık farkını bile algılayabiliyor. Yılanlar, çoğunlukla beklenmedik saldırılar yaparak yavru yer sincaplarını yiyor. Kanlarında çıngıraklı yılan zehrine karşı bağışıklığa vesile olan proteinler bulunan yetişkin sincaplar, yavruları korumak için yılanları ısırıyor, yüzlerine kum atıyor. Bilim insanları sıcak kuyruğun, yılana sincabın kendisini fark ettiği ve yavruları korumaya hazır olduğu mesajını ilettiğini düşünüyor. Çalışmalar, sıcak kuyrukların çoğunlukla çıngıraklı yılanların uzaklaşmasına neden olduğunu ortaya çıkardı. Sincaplar, kızıl ötesi sensörleri bulunmayan yılanlara denk geldiklerinde de kuyruklarını sallıyor, fakat kuyruk sıcaklıkları normal düzeyde kalıyor! Bu da sincapların yılanları ayırt ettiklerini gösteriyor. Rundus, sincapların bu özelliğinin kendisini şok ettiğini ifade ediyor. (14)
Bombardıman böcekleri (Brachinus elongatulus) vücutlarında meydana gelen kimyasal patlamalarla kuşlardan, kurbağalardan korunuyor. Kimyasal tepkime neticesinde meydana gelen çok sıcak, tahriş edici bir sıvı arka taraflarındaki küçük bölümden dışarı püskürüyor. Sonuçları akademik mecmua Science’da yayımlanan çalışmaya göre, iki ayrı kimyasalın korunaklı bir odacıkta karıştırılmasıyla ortaya neredeyse kaynama noktasında olan benzokinon adlı madde çıkıyor. Bu işlem çok hızlı bir şekilde arka arkaya tekrar ediliyor. Bombardıman böcekleri neredeyse her yöne sprey tarzında saniyede üç yüz defa “atış” gerçekleştirebiliyor ve vücutlarında meydana gelen patlamalardan zarar görmüyor! (15)

“Yüzü hayret verici sanatların bir sergisi, hayret verici mahlûkatın bir toplanma yeri, varlık kafilelerinin bir geçiş yeri ve kulların meydana getirdiği saflara bir mescit ve konak olan yer, bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan, kainat kadar Allah'ın birliğinin nurunu gösterir.” (16)

 

(4) Adem Tatlı, Sorularla Evrim ve Yaratılış-2 s. 188 http://yaratiliskongresi.dpu.edu.tr/assests/images/sey.pdf
(10) Herrel, A., Meyers, J.J., Aerts, P.& Nishikawa, K.C. The mechanics of prey prehension in chameleons, Journal of Experimental Biology 203, 3255 - 3263 (2000). https://journals.biologists.com/jeb/article/203/21/3255/8593/The-mechanics-of-prey-prehension-in-chameleons
(11) https://en.wikipedia.org/wiki/Archerfish
(12) https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rspb.2010.0345
(13) https://doi.org/10.1016/j.cub.2007.04.014
(14) https://www.pnas.org/content/104/36/14372.short
(15) https://www.science.org/doi/10.1126/science.1261166
(16) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 33. Söz, 22. Pencere s. 920 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/otuz-ucuncu-soz/920

13 Eylül 2021 Pazartesi

İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİK ÖRNEKLERİ: DONSA DA ÖLMEYEN CANLILAR

 

Öncelikle detaylarını şu yazımızda bulabileceğiniz (1) indirgenemez komplekslik hakkında kısa bilgiler vererek yazıya başlayalım:

İndirgenemez karmaşıklık (irreducible complexity) kavramı mikrobiyolog Michael Behe ile ön plana çıkmıştır.

Prof. Michael J. Behe indirgenemez karmaşıklığı bir makalesinde şöyle tanımlamıştır:

İndirgenemez karmaşıklıkla söylemek istediğim birçok etkileşimli parçadan oluşan, temel bir görevi yerine getiren ya da katkıda bulunan tek bir sistemdir. Bu tür bir sistem, tedricen, küçük, başarılı öncü değişikliklerle üretilemez. “Çünkü doğal seçilim işleyen bir görevi seçmeye dayanır. Bir indirgenemez karmaşık sistemin, eğer böyle bir şey varsa, doğal seçilim için tam bir bütün olarak çalışır halde aniden oluşması gereklidir” (2)

Behe, bu durumu fare kapanıyla örneklendirir. Behe'ye göre tahta platform, yay, yakalayıcı, metal çubuk ve benzeri kısımlardan oluşan fare kapanının işlevsel olabilmesi için bütün bu parçaların eksiksiz olarak bir arada bulunması ve uyumlu bir şekilde birbirine monte edilmiş olması gerekir. Bunlardan birinin bile eksik olması durumunda kapan çalışmaz. (3)

Behe’ye göre hücre ve hücrenin içindeki biyolojik sistemler/moleküler makineler insan eliyle yapılmış sistemlere oranla çok daha kompleks yapılardır. Bunların görev ve fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için sistemi oluşturan bütün parçalarının eksiksiz bir şekilde aynı anda mevcut olmaları, sırasıyla ve doğru bir şekilde bir araya gelmeleri gerekir.

Behe, moleküler sistemlerin nasıl basitleştirilemez ve eksiltilemez karmaşık yapılar olduğunu, dolayısıyla evrimleşerek oluşamayacaklarını hücredeki tüycükler, bakteri kamçısı ve kanın pıhtılaşması gibi somut örnekler üzerinden detaylı bir şekilde izah eder.

Moleküler biyoloji alanındaki keşifler vesilesiyle hücrenin yapısı aydınlatıldıkça bilim insanları, daha önce hayal bile edemeyecekleri nasıl karmaşık ve muhteşem bir sistemle karşı karşıya olduklarını daha iyi anlıyorlar. Çünkü stoplazmasındaki organellerin her biri ayrı birer moleküler makine olan hücre, nakil sistemleri, üretim hatları, enerji santralleri, rafineleri, genetik bilgi bankası ve savunma mekanizmalarıyla en büyük şehirlerden bile daha kompleks bir yapıya sahiptir. İçerisinde saniyede üç bin kimyevi reaksiyon meydana gelir. (4) Böyle kompleks bir sistemin düzen ve uyumunun bozulmadan uzun bir süre zarfında farklı parçaların kademe kademe bir araya gelmesiyle oluşabileceğini hayal etmek dahi zordur.

İndirgenemez karmaşıklık yalnızca hücre seviyesinde değerlendirilecek bir mesele değildir; gözün yapısından, midenin gıdaları sindirme faaliyetine, kalbin kan pompalamasından böbreklerin kanı süzmesine, dolaşım sisteminden solunum sistemine kadar bütün doku, organ ve sistemleri aynı şekilde kompleks birer biyolojik makine olarak görebiliriz.

Çağımızda birçok bilim insanının çalışmalarıyla, hücredeki en ufak biyolojik makinelerin dahi evrimleşerek rastlantısal olarak oluşamayacağı ortaya konulmuştur. Michael Behe, dünya kütüphanelerinin katalogları ve bilgisayar arşivleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, kompleks biyokimyasal sistemlerin evrimleşme sonucu ne şekilde meydana geldiğini izah eden herhangi bir eser ve çalışmaya denk gelmediğini ifade etmiştir. (5)

İşte indirgenemez kompleksliklerden biri de bazı canlıların donarak ölmesini engelleyen mekanizmalardır.

Okyanus suyu yaklaşık -1,9 derecede donuyor. Tipik bir balığın, çevresindeki suyun sıcaklığı -0,8 dereceye düştüğünde donmaya başlayacağı (6), suyun daha da soğuması durumunda, vücudunda dokularına zarar verecek küçük buz kristallerinin oluşacağı ve hayvanın dakikalar içinde öleceği belirtiliyor.

Peki ama hiç düşündünüz mü, kutup balıkları neden oldukları yerde donup kalmıyor? Bazı balıkların kanlarında ve vücut sıvılarında bulunan antifriz proteinler, buz kristallerine bağlanıp büyümelerine engel oluyor. (6) Antarktika’nın çevresindeki sularda yaşayan timsah buzbalıkları (Channichthyidae) da bunların arasında. Zoolog Ditlef Rustad 1927 senesinde, dünyanın en ücra köşelerinden birine, Antarktika civarlarındaki Bouvet Adası’na yapılan zorlu yolculukta rastlamıştı bu garip balığa.


Pullara sahip değildi, vücudunun bazı kısımları yarı saydamdı, çenesi timsahınkini andırıyordu. Kanı şeffaf, solungaçlarının içi, hatta kalbi dahi beyazdı.

Timsah buzbalığı türlerinin hiçbirinin kanında, omurgalıların yaşamı için zorunlu sayılan kırmızı kan hücreleri ve dokulara oksijen taşıyan hemoglobin yok. Uzun senelerden beri bu balıkları araştıran Amerika’nın Northeastern Üniversitesi’nden Prof. William Detrich, sıcaklık düşük olduğunda kanda ne kadar çok hücre olursa kanın akışkanlığının o kadar azalacağını söylüyor. Buzbalıklarınınkine benzer “ince” kanın soğukta daha kolay vücutta dolanacağı ifade ediliyor. Peki bu canlılar kırmızı kan hücreleri ve hemoglobin olmadan nasıl yaşamını sürdürebiliyor? Antarktika sularının oksijen yönünden zengin olması, derisinde pul olmaması, dolayısıyla daha fazla oksijen geçirebilmesi, kalbinin ve damarlarının büyük olması gibi bir çok etkenin bir arada bulunmasıyla yaşıyor buzbalığı. (7)

Alaska’da hayat süren orman kurbağası (Rana sylvatica) kışı yaprakların, kar tabakasının altında geçiriyor. (8) Vücut sıcaklığı eksi 6 dereceye iniyor, bedenindeki suyun %65'idonuyor (9), kalbi duruyor, beyin faaliyetleri duruyor, nefes almıyor ama ölmüyor! (10) Çözülmesinden sonra birkaç saat içinde tüm yaşamsal işlevleri tekrar aktif oluyor. (11) Dokularda buz oluşması büyük hasara neden olabilir. Buz hücrelerin içine dek varmasa bile, hücreler aşırı su kaybedip büzülerek zarar görebilir. Hem, damarlardaki kan donunca uzuvlara oksijen ve besin de gitmiyor. (10)
(4) Adem Tatlı, Sorularla Evrim ve Yaratılış-2 s. 188 http://yaratiliskongresi.dpu.edu.tr/assests/images/sey.pdf

9 Eylül 2021 Perşembe

DUYGULAR HAYVANLARDA DA VAR VE İLK OLARAK NASIL ORTAYA ÇIKTIKLARI MAKROEVRİM İDDİASI İLE İZAH EDİLEMİYOR

  

Öncelikle evrim konusu hakkında kısa bilgiler verip hayvanlarda duygular olduğunu gösteren çalışmalarla yazıyı tamamlamayı planlıyoruz.

En yalın haliyle evrim kelimesinin manası “değişim” demektir.(1) Ama biyologlara göre evrim, “bir popülasyondaki gen frekanslarında (oranlarında) meydana gelen değişiklik” anlamına gelir. (2) Evrimciler devam eden bir tür içerisinde meydana gelen değişiklikleri tanımlamak için mikroevrim terimine başvururlar. Makroevrim ise türlerin ve daha üst grupların doğumu ve ölümü için kullanılır. (3) Yani alttürlerin/ırkların oluşması mikroevrim olarak tanımlanırken, tür üstü kategorilerin (cins, familya, takım, sınıf, filum) oluşması (türleşme) ise makroevrim kavramıyla ifade edilir.

Makroevrim iddiasını savunanların da kabul ettiği üzere söz konusu iddianın henüz cevap veremediği ve açıklayamadığı yığınla soru ve sorun vardır. Şu yazımızdaki izahlarımızdan (4) da anlaşılacağı üzere, makroevrim iddiasının tartışma konusu yapılmayan, itiraza uğramayan, farklı izahlar getirilmeyen neredeyse hiçbir mekanizması ve sözde kanıtı yoktur. Biyolojik yapıların geçmiş asırlarda nasıl bir değişim ve dönüşüm geçirdiğine dair bir netlik olmadığından, makroevrimciler arasında farklı farklı hipotezler ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu şartlarda makroevrim iddiasını, modern bilim anlayışı açısından kesin ispatı yapılmış bir tabiat yasası gibi görmek zordur. (5)

İşte makroevrim iddiasını savunanların izah edemediği şeylerden biri de duyguların ilk olarak nasıl ortaya çıktığıdır. Şimdi hayvanlarda duyguların varlığını gösteren örneklere geçebiliriz:

Son zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalar balıkların duygulu canlılar olduğunu ortaya koydu. Örneğin, Fransa’nın Burgundy Üniversitesi’nden bilim insanlarının tek eşli balıklar olan Amatitlania siquia türü ciklet balıklarıyla yaptıkları deneyler seçtikleri eşle değil de, başkasıyla aynı akvaryuma yerleştirilen dişilerin moral bozukluğu yaşadığını gösterdi.

Sonuçları 2019 haziran ayında akademik mecmua The Proceedings of the Royal Society B’de yayımlanan bu araştırmaya göre, seçtikleri eşlerden ayrı kalan dişiler karamsar bir bakış açısına sahip oluyor. (6)

Meşhur akademik mecmua Science’da yayımlanan bir araştırma da, arıların mutlu ve iyimser olabildiklerine işaret etti. Londra’nın Queen Mary Üniversitesi’nden bilim insanlarının deneyleri, tatlı bir şerbetten az miktarda içen arıların pozitif duygular içindeymiş gibi davrandıklarını gösterdi. Bristol Üniversitesi’nden Prof. Michael Mendl, böceklerin bilinçlerinin olması ihtimalinin heyecan verici yeni teorilere ve hararetli tartışmalara konu olduğunu söylüyor. (7)



Yaşamının çoğunu Güney Afrika’nın kuleler inşaa eden termitlerini araştırmaya adayan New York Eyalet Üniversitesi’nden Prof. Scott Turner, The Conversation’da yayımlanan makalesinde ilginç tespitlerde bulundu: “… Ayırt edilebilir termit ‘kişilikleri” var: Bir kısmı “girişimci”, inşaat işlerini başlatıyor ve etrafta koşturarak daha tembel olan yuva arkadaşlarını işe yönlendiriyor, direnirlerse de dürtererek harekete geçiriyor. Bazıları ise hevesli bir şekilde su paylaştırıyor, on beş dakika yahut daha fazla zamanlarını bu işe adayarak az bulunan suyu topraktan emiyor ve susamış yuva arkadaşlarına dağıtıyor.”

“Bazen tabiat, yaptığımız gözlemler yoluyla bizle konuşur, deneylerin yakalayamayabileceği veya bilim insanlarının duymaya istekli olmadığı bir mana ile.” diyen Prof. Turner devam ediyor: “Termitler, sadece basit davranış algoritmalarıyla işlemek üzere tasarlanmış minik robotlar mı? Yahut onlara ilişkin özel, yaptıklarına tamamen farklı bir anlam yükleyen hayati bir şey mi var? Uzun müddet boyunca ilk fikrin doğru olduğunu düşünüyordum, ama itiraf etmem gerekir ki artık ikincisine daha fazla meylediyorum.” Turner daha sonra, fikrinin değişmesinde etkili olan gözlemlerinden bahsediyor: “Termitler bir müddet minik yapay dünyalarını (laboratuar ortamındaki kum dolu petri kabı) incelemenin ardından, birbirlerini tımar etmeye başlar. Seyretmesi harika bir manzaradır. Tımar eden termit, ötekini yalamaya başlar ve sonra özenli bir biçimde tımar ettiği termitin her uzvunu bacak, antenler ve ağız kısımlarını çene kemiklerinin arasından geçirerek işi tamamlar. Tüm bu zaman zarfında, tımar edilen termit hemen hemen tümüyle sakin ve huzurlu görünür. Antenlerinin hareketi durur, sanki “şimdi de bunu yap” der gibi organlarını yavaşça tımarcıya sunar. Tımar etme işi epey yoğun bir hal alabilir, termitler oluşan “tımar istasyonlarında” çok istekli bir tımarcıdan hizmet görmek için sıra beklerler.”

“Zamanla anladım: Bunlar robot değiller, kişilikleri, arzu ve istekleri olan canlılar. Bir robot hiçbir zaman tımar edilmeyi “istemez”, başkasına su vermeyi, su içmeyi “istemez”. Oysa görünüşe göre termitler “istiyor” ve bu, termitlere hem bireysel hem de ortak ruh gibi bir şey veriyor.” Prof. Turner, bunun makinalarda bulunmayan canlandırıcı bir ilke, yaşamın varlığını ve yokluğunu ayıran, tanımlanamayan bir şey olduğunu söyleyerek yazısını bitiriyor.

Zaten Bediüzzaman Hazretleri de hayvanların da ruhu olduğunu söyler:

“Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın hüdhüdü ve karıncası ve Hz. Salih (a.s.)'ın devesi ve Ashâb-ı Kehf'in köpeği gibi bazı özel fertler hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve her bir hayvan türünün ara sıra kullanmak için bir tek cesedi bulunacağı, sahih rivâyetlerden anlaşılmakla beraber; hikmet, hakikat, rahmet ve rubûbiyet öyle gerektirirler.” (8)

DİPNOT:

(1) https://www.bilimma.com/evrim-nedir/#:~:text=Latincesi%20evolve%20olan%20evrimin%20kelime,yal%C4%B1n%20'de%C4%9Fi%C5%9Fim'%20anlam%C4%B1na%20gelmektedir.&text=Biyolojik%20evrim%20canl%C4%B1%20gruplar%C4%B1n%C4%B1n%20%C3%B6zelliklerinde%20ku%C5%9Faklar%20boyunca%20meydana%20gelen%20de%C4%9Fi%C5%9Fimlerdir.

(2) https://evrimagaci.org/evrim-nedir-5509

(3) Elliott Sober, Biyoloji Felsefesi, s.29 https://www.pdfdrive2.com/biyoloji-felsefesi-e185899470.html

(4) https://kuraniperspektiff.blogspot.com/2021/06/evrimin-ve-evrim-teorisinin-bilimsel.html

(5) https://www.researchgate.net/publication/338257872_Biyoloji_Acisindan_Evrim_Nedir_Ne_Degildir

(6) https://onedio.com/haber/arastirmalara-gore-disi-ciklet-baliklari-gercek-asklarindan-ayri-kalinca-depresif-ve-pesimist-oluyorlar-876387

(7) https://tur.sciences-world.com/sugar-gives-bees-happy-buzz-19721

(8) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, 3. Şua, Münacat s. 87 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sualar/ucuncu-sua/munacat/87

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...