hassas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hassas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2021 Çarşamba

BİR İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİK ÖRNEĞİ OLARAK PIHTILAŞMA

 

Yaralanmamızdan sonra sekseni aşkın kimyasal reaksiyonun rol aldığı bir süreçle kanımız pıhtılaşıyor. Mikroplarla mücadele eden akyuvarlar yaralı bölgeye geliyor, özel proteinler doku yapım çalışmalarına girişiyor. Kanamanın durdurulması, akılları hayrette bırakan, son derece kompleks bir süreç.

Diyelim soğan doğrarken elimiz kesildi, hemen endotelin adlı bir madde salgıla­nıyor ve kesilen damar büzüşmeye başlı­yor. Bu arada, kanda bulunan trombosit adlı hücreler minik kollarıyla birbirle­rine ve yaralı bölgeye yapışıp tıkaç gibi deliği kapatıyor. Bunların kimyasal sinyalleri diğer trombositlerin de bölgede toplanmasına vesile oluyor. Öte yandan, kandaki fibrinojen zincirleme reaksiyonlar sonucunda fibrin ağlarına dönüşüyor. Kan hücreleri örümcek ağına benzeyen ağla­ra takılıyor ve kan pıhtılaşıyor. (1)

Trombositler, normalde minik tabaklara benziyor; ama aktif hale gelince şekil değiştiriyor ve kol benzeri uzantıları (filopod) oluşuyor. Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. John W. Weisel ve arkadaşları, trombositlerin uzayıp kısalabilen kollarıyla fibrin ağını oluşturan lifleri çektiklerini tespit etti. Weisel ve diğer bilim insanlarının akademik dergi Nature Communications’da yayımlanan çalışmalarına göre, trombositler fibrin ağını “sık dokunmuş” hale getiriyor. (2)

Kan pıhtısının, damardan dışarı­ya akan kanı durduracak kadar sert, fakat damarın içindeki normal kan akışının önünü kesmeyecek kadar da elastik olması gerektiği belirtiliyor. Hollanda'nın AMOLF araştırma laboratuvarından Dr. Gijsje Koenderink ve ekibi 2010 yılında fibrin liflerinin önceden sanıldığından 100 kat daha esnek olduğunu keşfetti. (1)

Pıhtılaşmanın sınırlandırılması da, kanamanın durdurulması derecesinde yaşamsal öneme sahip. Pıhtılaşma sisteminde çok ince bir düzenleme ve kontrol var. Avustralya’nın Monash Üniversitesi’nden Doçent Christoph Hagemeyer ve arkadaşları, 2019 yılında Front. Cardiovasc. Med’de neşredilen makalelerinde, vücutta pıhtılaşma sistemini etkisizleştiren, pıhtı oluşumunu yaralı alanı geçmeyecek şekilde sınırlandıran karşıt mekanizmalar bulunduğunu ifade ediyorlar. Örneğin, prostasiklin ismi verilen molekül trombositlerin toplanmasını önleyerek pıhtının fazla büyümesini ve damarı tıkamasına mani oluyor! (3)

“Evet, biz bakıyoruz, görüyoruz ki, kanda her bir zerre o kadar muntazam ve çok vazifeleri görüyor ki, yıldızlardan geri kalmıyor.” (4)

DİPNOT:

(4) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, 2. Şua, 2. Makam, Tevhidin 3. Muktazisi s. 52 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sualar/ikinci-sua/ikinci-makam/52

30 Temmuz 2021 Cuma

BOŞLUKLARIN TANRISI İDDİASI ÜZERİNE

BOŞLUKLARIN TANRISI NEDİR?

Boşlukla kastedilen anlam, beşeriyetin bilim yoluyla henüz açıklayamadığı olay ve olgulardır, epistemolojik ve ontolojik bilinmezlerdir. Ateistler, teistlerin bilimin nedenini bilemediği hadiseleri Tanrı’ya bağladıklarını ve kendilerince bir izah getirdiklerini iddia ederler. Yani “boşlukta” kalan varlık ve olayları Yaratıcının ilim ve kudretiyle izah etmekte ve O’nun fiilleri olarak görmektedirler. Ne var ki bilim ilerledikçe geçmişin bilinmezleri bugünün malumu olmakta, yani boşluklar yavaş yavaş bilimsel açıklamalarla dolmaktadır. Boşluklar doldukça bir Yaratıcıya duyulan gereklilik de yavaş yavaş yok olmaktadır.

Ne var ki bu iddiayı kabul etmek mümkün değildir. Kelamla ilgili eserlerde bazen bu tür mucizevi varoluşlardan bahsedilse de kelamcılar, “Biz şu hâdiselerin gerçekleşme şeklini anlayamıyoruz, o hâlde Yaratıcı vardır.” gibi bir mantık yürütmezler.

Yaratıcının varlık ve birliğine dair Akaidle ilgili eserlerde anlatılan delillere bakıldığında bunların, insanoğlunun henüz keşfedemediği mucizevi varoluşlardan ziyade, gayet iyi bildiği, gözlemlediği ve anladığı varlık ve olaylara dayandığı görülür. Kelâmcılar Yaratıcının varlığına en büyük kanıt olarak kâinatta mevcut olan nizam ve intizamı, ahenk ve düzeni, hassas dengeleri(1), sanatlı varoluşları(2), hikmet ve gayeyi, yardımlaşma ve dayanışmayı (3) gösterirler. Evrendeki düzenin, işleyişin, uyumun anlaşılması ve keşfedilmesi ise akla ve bilime bağlıdır.

Kur’ân, devamlı surette sayfa sayfa kâinat kitabını önümüze sererek bunun üzerinde düşünmeyi, akletmeyi, araştırma ve inceleme yapmayı, yeni keşiflere yönelmeyi teşvik eder. Aklını kullananları, mantık ve muhakemesini çalıştıranları över. Bilgisizlikten cahillikten asla medet ummaz. Hiçbir zaman bilimsel keşiflerden endişe etmez. Kâinat kitabı üzerinde tefekkürde bulunanların Allah’ın varlık ve birliğini çok daha iyi idrak edeceklerini haber verir.

Kur’ân nazarında Allah’ı tanıtmaları açısından Kur’an ve kâinat kitabı arasında fark yoktur. Kur’an gibi kâinat kitabı da dikkatle ve tefekkürle okunması gereken birer kitaptır. Bir insanın Rabbini kâmil manada tanıması da bu iki kitabı beraber okumasına bağlıdır. Bu açıdan laboratuvarda kâinat kitabını anlamaya çalışan bir Müslüman ile Kur’an okuyup anlamaya çalışan bir Müslüman aynı şekilde ecre nail olacaklardır.

Kur’an ayetlerini okumayan, tefekkür etmeyen, anlamaya çalışmayan ve gereğiyle amel etmeyen Müslümanlar Allah katında sorumlu olacakları gibi, kâinat kitabının ihmal edilmesi de aynı şekilde kişiyi sorumlu kılar. Hatta kâinat kitabını ihmal edenler ilerleyemeyecek, görkemli medeniyetler kuramayacak, bilim ve teknolojide geri kalacak, başkalarının güdümüne girecek ve bu sebeple daha dünyada iken perişan ve derbeder olacaklardır.

SEBEPLERİN MAHİYETİ

Ateistlerin, bilimin ilerlemesiyle beraber tüm “boşlukların” dolacağı ve nihai olarak Yaratıcıya ihtiyaç kalmayacağı savları da tümüyle temelsizdir. Bu savın altında, sebepleri keşfedilen ve bilimsel açıklamaya kavuşan hadiselerin Yaratıcıyla bağlantı kurulmasına gerek kalmayacağı şeklinde bir düşünce yatar.

Buradaki temel mevzu, sebeplerin mahiyetinin doğru anlaşılamamasıdır. Gerçekten bizim sebep olarak gördüğümüz şeyler sonuçları ortaya çıkarmaya güç yetirebilir mi? Bu şekilde her bir nedene bir ilahlık kudreti vehmetmiş olmuyor muyuz? Bir bebeğin yumurta ve spermin birleşmesiyle oluştuğunu anladıktan sonra, bu hadise bizim için bütünüyle bilinir bir hüviyet mi kazanıyor?

Tabii ki öyle değil! Bilim insanları kâinatta cereyan eden bir olayı öncelik ve sonralıklarıyla açıkladıklarında işleyiş, sistem ve mekanizma hakkında bilgi sahibi olurlar. Ama bu sistemin niçin kurulduğunu ve nasıl var olduğunu bilemezler. Örneğin bir arabayı inceleyen bir mühendis, onun çalışma sistemini çözebilir. Arabanın hangi mekanizmayla hareket ettiğini, hangi parçanın ne işlev gördüğünü anlayabilir. Ama onun bu bilgisi, bu sistemin nasıl ortaya çıktığını, nasıl olup da tüm parçaların uyumlu bir şekilde birbirine monte edildiğini, arabayı inşa eden tasarımcının hedef ve maksadını açıklayamaz. Aksine arabadaki sistemi, mühendisliği, tasarımı gören bir insan, bu arabanın bir ilme, şuura, iradeye, plan ve projeye dayalı olarak üretildiğini anlar, dolayısıyla da arabadan arabanın kurucusuna/yapanına giden yolu bulur.

Şekli, rengi, kokusu ve tadı çeşit çeşit meyvelerin sebebi ağaçlardır, yani odun parçalarıdır. Veya ağaçları da ayakta tutan su, güneş ışınları ve havadır. Hakikaten anne karnında oluşan yavrular yahut ağaçlarda asılı duran meyveler bizim “sebep” dediğimiz olayların “yaratabileceği” varlıklar mıdır? Her şey bu kadar basit midir? Maddi sebepler ve kör rastlantısallıklar bir canlı organizmayı vücuda getirebilir mi? (4) Bunu kabul ettiğimiz zaman nedenlere fevkalade bir güç ve harikulade bir ilim atfetmiş olmuyor muyuz?

İşin doğrusu şu ki, sebepleri de neticeleri de yaratan Allah’tır. Aslında beşerin sebep zannettiği hadiseler sadece zahiri/görünen sebeplerdir; hakiki sebep ise Allah’ın yaratmasıdır. Vehmedildiği gibi kâinatta mutlak bir determinizm yoktur. Belirli sebeplerin varlığı, zorunlu olarak sonuçları ortaya çıkarmaz/çıkaramaz. Sebeplere bu kuvveti veren, onları da yaratan Müsebbibü’l-Esbâb olan Allah’tır.

Bilim insanları, sebepleri, tümevarım yoluyla bulurlar. Örneğin binlerce kez ateşin yaktığını gördükten sonra, yanmanın sebebini ateşe bağlarlar. Esasında gözlemlediğimiz şey iki hadise arasındaki zamansal olarak peş peşe gelmedir, korelasyondur. Fakat bu iki olay sürekli zamansal olarak peş peşe cereyan ettiği için biz birini diğerinin sebebi kabul ederiz. Evrende yaptığımız gözlemler sonucunda olaylar arasındaki nedensellik ilişkilerini de bu şekilde buluruz. Bu aynı zamanda bize evrende müthiş bir düzen olduğunu gösterir. Nitekim böyle bir düzen olmasaydı ilimlerin vücut bulması mümkün olmazdı.

Bilim insanları her ne kadar araştırma ve çalışmalarını devam ettirebilmek ve bilimsel keşiflere imza atabilmek için nedensellik ilişkisini kabul etmek ve buradan hareket etmek zorunda olsalar da, aslında, iki olay arasında zorunlu bir ilişki olduğunu objektif olarak ispatlamak mümkün değildir. Beşerin gözlemlediği şey, B’nin sürekli A’dan sonra geldiğidir. Biz A’nın B’yi vücuda getirecek bir ilim ve kudrete sahip olmadığını bildiğimize göre mantıksal olarak şu sonuca varırız: Bu ikisinden bağımsız ilim ve irade sahibi bir kudret bu ikisi arasında bir korelasyon kurmaktadır. Dolayısıyla aslında Allah’tan başka hiçbir varlığın nihai ve hakiki anlamda “sebep” olması mümkün değildir.

Bizler, evrende meydana gelen hadiseler arasında mutlak determinizm var olduğunu, yani ortaya çıkan varlık ve hadiselerin maddi sebepler eliyle vücuda geldiğini kabul ettiğimiz zaman; müthiş düzen ve uyumu ve bu müthiş düzen ve uyumun devam etmesini olasılık hesaplarıyla bile izah edilmesi mümkün olmayan kör rastlantısallıklara, şuursuz sebeplere ve akılsız maddeye bağlamış olacağız. Halbuki “doğa yasası” dediğimiz olaylar sadece Allah’ın birer yaratma kanunudur, yani sünnetullah ve âdetullahtır.

BOŞLUKLAR DOLACAK MI?

Varlık hakkındaki malumatımızın artması insanoğlu için boşlukları azaltıyor mu, yoksa daha da mı artırıyor?

Bilim insanlarının sözlerine bakılırsa, bilim ilerledikçe bilmediğimiz ne kadar çok şey olduğunu daha iyi öğreniyoruz. Keşfedilen her bir bilimsel gerçek, beşeriyet için keşfedilmeyi bekleyen alanı daha da büyütüyor. Canlılıkla alakalı malumatımız arttıkça, önceki insanların hayal bile edemeyeceği komplekslikle karşılaşıyoruz. Çağımızda bilmediğimizin farkına vardığımız varlıkların miktarı, önceki insanlara göre çok daha fazla.

İşin ilginç yanı, neyi bilip neyi bilmediğimizin de halen yeterince ayırdında değiliz. Şimdi çok iyi bildiğimizi vehmettiğimiz şeyleri, daha sonra hiç de bilmediğimizin ya da eksik veya yanlış bildiğimizin farkına varıyoruz. Bilimin o günkü açıklamaları belli bir dönemin insanlarını fazlasıyla tatmin ederken, daha sonraki dönemlerde bu açıklamalar bütünüyle ikna edici özelliğini kaybediveriyor.

Son olarak bilimin alanına girmeyen bir çok boşluk olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Mesela ahlakî yargılarımız ve değerlerimiz bilimden ziyade felsefe ve dinin alanına girmektedir. Beşerin yaratılış gayesi, anlam arayışı, varlığın kökeni gibi konulara bilimin vereceği cevaplar yoktur veya sınırlıdır.

YARATICININ VARLIĞINI KABUL ETME BİLİMSEL ÇALIŞMANIN ÖNÜNDE ENGEL MİDİR?

Ateistlerin mevzuyla ilgili diğer bir iddiaları da şudur: Evrendeki varlık ve olayları Yaratıcıya bağladığınız anda, artık onların sebep ve mahiyetlerini araştırmanıza gerek yoktur. Zira bildiğiniz ve anladığınız bir hadiseyi araştırmaya ihtiyaç hissetmezsiniz. Madem her şey Yaratıcının yaratmasıyla vücud buluyor, bu durumda niçin bunlar hakkında araştırma yapalım ki?

Müslümanların en büyük bilimsel keşiflerini yaptıkları asırlarda, dini ilimler de zirvededir. Hatta matematik, astronomi, tıp gibi bilimsel alanlarda eser veren bir çok Müslüman bilim adamının aynı zamanda dini ilimlere dair verdiği eserler de vardır. Onların Kur’an’a bağlılığı, vahyi referans kaynağı olarak kabul etmeleri, Allah’a iman etmeleri hiçbir şekilde bilimsel çalışmalarının önünde engel teşkil etmemiştir. Yani İslâm’ın bilhassa üçüncü, dördüncü ve beşinci asırlarında dinî ve pozitif bilimlerde gözlemlenen olağanüstü canlılık ve dinamizm dinin, bilimsel çalışmalar önünde engel olabileceği şeklindeki iddialara verilmiş en büyük cevaptır. (4) Salt Müslümanlar da değil, son birkaç yüzyıla gelinceye kadar Batı’da yetişmiş en ünlü bilim adamları da dindar birer Hristiyan’dır. Galileo, Kopernik, Kepler, Pascal, Boyle, Newton, Faraday, Mendel, Pasteur, Kelvin, Maxwell gibi tarih boyunca bilime en büyük katkıları yapan bilim insanlarının tamamı Tanrıya inanmışlardır. Üstelik onların bu inançları bilim yapmalarına engel olmamış aksine bu inanç, onların ana ilham kaynağı olmuştur. (5)

Örneğin Bacon’un din-bilim ilişkisine bakışı şudur: “Tanrı bize kendini tanıtmak için iki kitap sunmuştur; kâinat kitabı ve Kutsal Kitap. Kim tam manasıyla yetişmiş olmayı arzu ediyorsa bu iki kitaba birlikte çalışmalıdır.” (6) Kepler ise motivasyon kaynağını şöyle açıklamıştır: “Dış dünyadaki bütün araştırmaların ana amacı, Tanrı’nın bize matematiksel bir dille vahyetmiş olduğu aklî düzeni keşfetmektir. Bu aynı zamanda Tanrı’nın bize yüklediği bir sorumluluktur.” (7)

Demek ki, evrendeki varlık ve hadiseleri yaratan bir Yaratıcının var olduğunu kabul etme, varlık üzerinde araştırma ve bilimsel çalışma yapmanın önünde asla bir engel değildir. “Ateist bir yaklaşımla daha iyi bilim yapılacağı” savı hiçbir tutarlı ve objektif kanıta dayanmaz. Bir cümlenin yazarı olduğunu kabul etmek, dil bilgisi kuralları açısından onu tahlil etmemize, bir sanat eserinin yapanını bilmemiz onu incelememizi mani olmadığı gibi, kâinattaki varlık ve olayların bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmamız da onlar hakkında araştırma yapmamıza engel değildir.

Aksine, Allah'a olan imanı bir mü’mini daha fazla araştırma ve incelemeye sevk eder/etmelidir. Zira Allah, eserleriyle bilinir. Varlıkla alakalı inceleme ve araştırmalar geliştikçe, Allah’ın tecellileri, yaratması ve icraatları hakkında daha detaylı bilgilere ulaşılacak ve marifetullah konusundaki bilgimiz de artacaktır. Kelam alimleri de Allah’ın varlığıyla alakalı bilgi sahibi olma vesilesi olarak “nazar ve istidlali” göstermiş, yani mü’minleri varlık üzerinde düşünmeye, tefekkür etmeye, inceleme ve araştırma yapmaya sevk etmişlerdir. Bu sebepledir ki Allah inancının bilimsel çalışmaların önünde engel olması bir yana, onları teşvik edici bir rolü vardır.

İmanın başka önemli bir yararı da bilim insanlarını hapsoldukları fiziksel alemin dar kalıplarından kurtararak onların önüne çok daha geniş bir dünya açmasıdır. Esas amaçları gerçeği araştırmak ve bulmak olan bilim insanlarının çalışmalarını yalnızca doğa içinde kalarak devam ettirmek zorunda olduklarını düşünmeleri ve kendilerini maddeyle sınırlamaları, daha baştan hakikate indirilmiş büyük bir darbedir. Zira gerçek, maddeyle sınırlandırılamayacak kadar derindir, geniştir. Fizikî dünyanın içinde kalarak gerçeklerin doğru ve bütüncül bir resmini çizebilmek mümkün değildir. Materyalistik ve mekanistik açıklamaların ulaşabileceği bir sınır vardır. Bilim felsefecisi Stephen Meyer’in ifadesiyle söyleyecek olursak, bilim insanının görevi en iyi naturalistik izahın peşinde olmak değil, aksine en iyi izahın peşinde olmaktır. (8)
Son olarak insanın fıtratı gereği sürekli bir anlam ve manevi tatmin arayışında olduğunu hatırlatmak gerekir. Geçtiğimiz yüzyılda dinin toplumdaki gücünü önemli ölçüde yitirmesiyle seküler ideolojiler ve izm’ler bu ihtiyacı karşılamak için alternatif olarak sunuldu. Hatta bilimin kendisi seküler bir din veya kutsal bir dogma hâline getirildi. Fakat böyle bir tablo, insanlık açısından hiç de güzel neticeler ortaya çıkarmadı. Başıboş, amaçsız, ümitsiz ve yapayalnız kalmış fertlerden oluşan ruhsuz toplumlar meydana getirdi. (4)

SON SÖZ YERİNE

Bilim ne kadar gelişirse gelişsin, onun verilerinden yola çıkılarak bir Yaratıcı olmadığı sonucuna varılamaz. Çünkü bir Yaratıcının yokluğu bilimsel olarak ispat edilemez. Kaldı ki, ateistler tersini iddia etse de, biz apaçık bir şekilde görüyor, anlıyor ve bu anlayışın neticesinde öyle iman ediyor ve Kur’an’ın haber vermesiyle çok iyi biliyoruz ki bilim ilerledikçe Allah’ın varlığına ve birliğine daha güçlü şahitlik edecektir.

Son olarak şunu da vurgulayalım ki Allah, sadece boşlukların değil; maddi-manevi, bilinen-bilinmeyen, küçük-büyük bütün varlıkların, sistemlerin, sebeplerin, yasaların, olayların, zaman ve mekânların yaratıcısıdır. Çünkü yasa koyucu olmadan yasa olmaz. Kâtip olmadan yazı açıklanamaz.

DİPNOT:

(5) Emre Dorman. “Din-Bilim İlişkisi: Hangi Din? Hangi Bilim?” s. 230 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/761697


18 Mayıs 2021 Salı

Gezegenimizdeki Hassas Ayarlara Bazı Örnekler

 



“Yer küre her ne kadar göklere nisbeten çok küçüktür; fakat hadsiz İlahi sanat eserlerinin sergi yeri, yansıma yeri, toplanma yeri, merkezi hükmünde olduğundan, kalb cesede karşılık geldiği gibi, yer küre dahi koca, hadsiz göklere karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak karşılık gelir.” (Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 12.Lem'a kısmen günümüz Türkçesiyle) (1)

Ağustos 2019 itibariyle güneş sisteminin dışında tespit edilen gezegenlerin sayısı dört bini geçti. (2) Aralarında en fazla ilgi çekenlerden biri Gliese 581d adı verilen gezegendi. Suyun sıvı halde bulunması için uygun sıcaklıkta olabileceği düşünülüyordu. Harvard Üniversitesi’nden gökbilimci Dr. Lisa Kaltenegger ve arkadaşlarının araştırması, Gliese 581d’nin yalnızca tek yüzünün aydınlandığını, diğer yüzünün sürekli karanlık olduğunu, iki yüzü arasındaki sıcaklık farkının çok büyük fırtınalara neden olduğunu gösterdi. Dr. Kaltenegger’in hesaplamaları, yerçekiminin Dünya’nın yerçekiminden yüksek olduğuna, atmosfer basıncının da oldukça fazla olabileceğine işaret etti. Kaltenegger, “orada bir yerden bir yere hareket etmek kesinlikle aşırı zor olurdu, sürekli derin suda gitmek gibi bir şey” diyor. (3)

Dünya, çölün ortasındaki vaha gibi. Ne atmosferinin hemen hemen hepsi karbondioksitten oluşan Venüs gibi ortalama yüzey sıcaklığı 464 derece(4), ne de Mars gibi yaklaşık eksi 63 derece. (5) Mars’taki kum fırtınaları tüm gezegeni kaplayıp haftalarca sürebiliyor (6); Neptün’deki rüzgârların hızı saatte iki bin yüz kilometreye varıyor. (7) Merkür’ün yerçekimi kendi atmosferini tutmaya bile yetmeyecek kadar az… (8) Okyanusları, ormanları, çiçekleri, meyveleriyle çeşit çeşit canlıyı taşıyan harika bir gemi gibi Dünya. İdeal gaz karışımı, zehirsiz atmosferi, yeryüzünde rahat dolaşmamıza izin veren yerçekimi, kozmik ışınlardan koruyan manyetik alanı, ultraviyole ışınlardan koruyan ozon tabakası, ayı, güneşiyle özel bir gezegen.

Dünya’nın yakın komşusu Venüs’e çok defa Dünya’nın ikizi, ya da kardeşi deniliyor. Büyüklükleri, bileşimleri ve yerçekimleri benzer. (4) Ancak Venüs’te insanın sıcaktan kavrulacağı, atmosfer basıncı altında ezileceği, ve oksijensizlikten boğulacağı belirtiliyor. Kendimizi koruyacak teknolojiye sahip olduğumuzu varsayıp gezegenimizin “ikizi” Venüs’e hayali bir yolculuk yapalım… Venüs’e inince önce iyi bir uyku uyumak isteyebilirsiniz. Tabii gün boyunca değil. Çünkü Venüs'te bir gün yaklaşık 6.000 saat sürüyor. Güneşin doğuşunu seyretmek isterseniz söyleyelim, güneş yaklaşık Güneşin doğuşunu seyretmek isterseniz söyleyelim, güneş yaklaşık 243 günde (Dünya günü) bir ve batıdan doğuyor. Çünkü Venüs ters yönde dönüyor. Zaten atmosfer o denli kalın ki, güzel bir güneş doğuşu görmeyi de, geceleri yıldızları görmeyi de beklemeyin. Dünya’dakine benzer güzel mavi bir gökyüzü de yok tabii. Gökyüzünde sülfürik asit bulutları var. (9) Atlamadan şunu da belirtelim, bu gezegende çevreye bakınca her şey turuncu tonlarında görünüyor. (10) Venüs’ün atmosferi o kadar ağır ki, Venüs'ün yüzeyinde olmak dünyada denizin yaklaşık bin metre altında olmak gibi. Atmosfer basıncı, Dünya’daki atmosfer basıncının 92 katı. Ortalama yüzey sıcaklığı 464 derece olan Venüs(4), kurşunu eritecek kadar sıcak… (11)

Dünya atmosferinin üst tabakasında bulunan ozon, canlıları güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından koruyan bir kalkan görevi görüyor.(12)

İngiltere’nin St. Andrews Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sami Mikhail, aşırı sıcağın yalnızca Venüs’ün güneşe daha yakın olmasından değil, hemen hepsi sera gazı CO₂ 'ten oluşan bir atmosferle sarılı olmasından da kaynaklandığını belirtiyor. (13) Dünya’da, CO₂ yanardağ faaliyetleriyle atmosfere karışıyor ve gezegenin sıcak kalmasında rol oynuyor. (14) Fakat Venüs’ün atmosferinde gözlendiği kadar yüksek oranlara ulaşmıyor. Karbon kimyasal tepkimelerle atmosferden yer kabuğuna geçiyor, yer kabuğu da zamanla levha hareketleriyle yer altına çekilip eriyor. (15) Plaka tektoniği olmadan Dünya, Venüs gibi sıcak ve yaşanmaz bir dünya haline gelebilir. (16)

Amerika Birleşik Devletleri Maine Üniversitesi’nden fizik profesörü Neil Comins, “Ya Dünya’nın İki Ayı Olsaydı?” adlı kitabında, “Dünya galaksinin merkezine daha yakın olsaydı?” veya “Dünya’nın eksen eğikliği Uranüs gezegenininki gibi olsaydı?” gibi soruları yanıtladı. Prof. Neil Comins’in eserinde yanıtladığı sorulardan biri de şu: “Yerkabuğu daha kalın olsaydı ne olurdu?” Comins’e göre daha kalın yer kabuğu levha hareketlerinin olmaması, yüzey sıcaklığının daha yüksek olması, kükürt dioksit ve başka zehirlerle dolu yoğun, nemli bir atmosfer demek. (17) Atlamadan şunu da belirtelim, Harvard Üniversitesi’nden Diana Valencia ve meslektaşlarının araştırmasına göre, Dünya birazcık daha küçük ve az kütleli olsaydı, levha hareketleri olmazdı. (18) Prof. Comins, “en yakın komşumuz ayın kütlesi, şimdiki kütlesinin yarısı kadar olsaydı, Dünya çok farklı bir yer olurdu; ayın kütlesi daha az olsaydı, bir gün on beş saat sürebilirdi.” diyor. Cümlelerinin devamında, “kendi etrafında yirmi dört saatte dönen gezegenimiz on beş saatte bir turu tamamlasaydı, sık sık buz devirleri ve daha büyük sıcak hava dalgaları olurdu” diyor. Peki, gezegenimizin hiç ayı olmasaydı? Daha da süratli dönerek gün sekiz saate kadar düşebilirdi. Comins şöyle diyor: “Çok süratli dönüşün sonuçlarını, on saatte bir turu tamamlayan Jüpiter’e bakarak görebiliyoruz. Jüpiter gezegeninde rüzgârın hızı çoğunlukla saatte 160–320 kilometre arasında.” (17)

Dünya’nın dönme ekseninin eğikliği yaklaşık 23,5 derece olarak dengede. (19) Eksen eğikliğinin dengeli olması büyük iklim değişimlerinin meydana gelmemesi açısından önemli. (20) Amerika Birleşik Devletleri'nin Georgia Teknoloji Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Gongjie Li, Mars’ın eksen eğikliğinin 0 ile 60 derece arasında değiştiğini belirtiyor ve bu değişkenliğin Mars’ın yüzey sularının buharlaşmasına katkı sağlamış olabileceğini ifade ediyor. (21) Peki Dünya'nın ekseni eğik olmasaydı ne olurdu? Bu eğiklik olmasaydı güneş ışınları sene boyunca ekvatorda yere dik gelir, 45 derece paralelinde yere her gün 45 derecelik açıyla gelirdi. (22) Kuzey ve Güney Kutbu’nda güneş hiç ufkun üstüne çıkmazdı. Mevsimler senenin hangi zamanında olduğumuza göre değil, Dünya’nın hangi paralelinde bulunduğumuza göre belirlenirdi. (23) Nitekim Uranüs'ün eksen eğikliği yaklaşık 90 derecedir. (24) Dünya’nın dönme ekseni, Uranüs'ünki gibi olsaydı, kuzey yarımkürede yaz mevsiminin ardından altı ay kış olur, güneş tüm kuzey yarımkürede batar ve bir daha altı ay boyunca doğmazdı. (23)

(1) https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/on-ikinci-lema/124

(2) https://www.bbc.com/turkce/haberler-47684627

(3) https://www.researchgate.net/publication/231763508_Super-Earths_and_life-A_fascinating_puzzle_Example_GJ_581d

(4) https://tr.wikipedia.org/wiki/Ven%C3%BCs

(5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mars

(6) http://batmans.dyndns.info:83/sizin_icin/gunes_ve_sistemi/marsdosyasi.html

(7) https://tr.wikipedia.org/wiki/Nept%C3%BCn

(8) https://khosann.com/dunya-atmosferi-plazma-damlaciklariyla-sizinti-yapiyor/

(9) https://shiftdelete.net/venuste-bir-gun-bir-yildan-uzun-suruyor

(10) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gezegenlerin-renkleri-neden-birbirinden-farklidir

(11) https://khosann.com/mars-ve-venusu-dunyalastirmak-icin-5-yol/

(12) https://ozonosfer.nedir.org/

(13) https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0031920116301418?via%3Dihub

(14) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/insanlar-mi-yoksa-yanardaglar-mi-daha-fazla-karbondioksit-salimina-sebep-olur

(15) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html

(16) http://www.bbc.com/earth/story/20170111-the-unexpected-ingredient-necessary-for-life

(17) https://365book.digital/books/452177977/what-if-the-earth-had-two-moons.html

(18) https://www.researchgate.net/publication/262984156_Habitable_Planets_Interior_Dynamics_and_Long-Term_Evolution

(19) https://www.spacecampturkey.com/sonbahar-ekinoksu

(20) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/dunyanin-iklim-dinamikleri

(21) http://www.astronomidiyari.com/yazi/dunya-benzeri-gezegenler-dunyaya-gercekten-benziyor/

(22) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/ekinoks-nedir

(23) https://www.diyadinnet.com/bilgi-1752-eksen-egikligi-olmasaydi-ne-olurdu

(24) https://www.bilgiyazar.net/uranusun-eksen-egikligi/#:~:text=Ters%20hareket%20eden%20gezegenlerden%20birisi,bir%20%C5%9Fekilde%20kendi%20etraf%C4%B1nda%20d%C3%B6nmektedir.

9 Şubat 2021 Salı

Hassas Ayarlı Gezegen: Dünya

 


    "Biz gözümüzü açtıkça, bakışımızı kainatın yüzüne çevirdikçe ilk gözümüze ilişen umumi ve mükemmel bir düzen, kuşatıcı ve hassas bir dengedir. Müşahede ediyoruz ki, her şey ince bir düzen, hassas bir denge ve ölçü içindedir. Biraz daha dikkat edince, devamlı tazelenen bir düzen ve denge sağlama fiili gözümüze çarpıyor. Yani birisi o düzeni kusursuz bir şekilde değiştiriyor, o dengeyi ve ölçüyü gözeterek tazeliyor. Her şey muntazam ve ölçülü sayısız suret giydirilen birer model oluyor. Daha çok dikkat ettikçe o düzenli ve ölçülü işlerin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve amaç gözetiliyor, bir hak ve fayda takip ediliyor. Daha da dikkat ettikçe, oldukça hikmetli bir faaliyet içinde bir kudretin emareleri, eserleri ve her şeyin her halini kuşatan engin bir ilmin cilveleri şuurlu nazarımıza çarpıyor." Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat (1)

    Dünya sistem bilimi, yerkürenin işleyişini inceleyen, nispeten yeni bir bilim dalı. NASA’nın 1983'de Dünya Sistem Bilimleri Komitesi’ni kurmasıyla ortaya çıktı. NASA bilim misyonunu açıklarken “Dünya’nın atmosferini, karalarını, okyanuslarını, buzlarını ve canlıları birbirine bağlı, tek sistemin parçaları olarak algılamalıyız” diyor. Dünya sistemi, birbirleriyle karmaşık ilişkileri olan çok çeşitli unsurları içeriyor. Miami Üniversitesi’nden Prof. Eugene Rankey ve USRA’dan (Universities Space Research Association) Martin Ruzek, Journal of Geoscience Education’da yayımlanan makalelerinde şunları söylüyor: “Gezegenimizin şartlarını belirleyen ahenkli fiziksel, biyolojik, kimyasal süreçleri anlatmak için senfoni benzetmesi kullanılabilinir. Bir senfonide her aletin diğerleriyle uyum içinde çok sesli müzik yapması gibi hava, su, karanın unsurları ve hayat ahenkle işleyen Dünya sistemini meydana getiriyor.” (2)

    Mesela, Dünya atmosferindeki gazların oranını değiştirebilecek birçok etken olmasına rağmen, atmosferin dengeli bir gaz karşımı var. Metan, CO2 gibi ısıyı atmosferde tutan sera gazlarının etkisi olmasaydı, dünyanın ortalama sıcaklığının eksi on sekiz derece olacağı hesaplanıyor. Peki, bu gazlar fazla olsaydı? Venüs’ün atmosferi yüzde 96.5 karbondioksitten oluşuyor; (3) ortalama yüzey sıcaklığı yaklaşık 460 derece. (4) Dünya’nın atmosferindeki karbondioksit oranı yüzde 0,036 civarındayken, karbondioksitten çok daha güçlü bir seragazı olan metanın atmosferdeki oranı yüzde 0,00017. Seragazı nitröz oksit, karbondioksitten yaklaşık üç yüz kat daha güçlü ama, atmosferdeki oranı metanınkinden de düşük: Yüzde 0,00003. (5)

    Düşünün ki, yanardağlardan çıkan SO2'nin bile havadaki metana etkisi var. Yanardağ patlamalarıyla açığa çıkan SO2, metan üreten bakterilerin çoğalmasını engelliyor ve atmosferdeki oranının düşmesine neden oluyor. Bazı bakteriler ise metanla besleniyor. Yeni Zelanda’nın Rotorua kenti yakınındaki jeotermal alanda bu özellikte bakteriler keşfedildi. (6) Yanardağ patlamaları, bitkisel planktonları demirle besleyip daha çok üremelerine yol açarak atmosferdeki karbondioksit miktarını da dolaylı olarak etkiliyor. Yüzey sularında yaşayan bu mikroorganizmalar gözle görülemeyecek kadar küçük. (7) Fakat denizlerde ve okyanuslarda trilyonlarcası var; toplu halde uzaydan bile görülüyorlar. (8) Yani, havadaki oksijenin büyük bölümünün kaynağı da bu minik canlılar. (9) Ölüp dibe çöktüklerinde içlerindeki organik karbonun bir kısmı deniz tabanına gömülüyor. Yüzey sularındaki karbondioksit miktarı azalınca atmosferden suya karbon geçişi artıyor.

    Prof. Josh West ve doktora öğrencisi Mark Torres, And Dağları’ndaki kayaları inceleyerek sera gazı karbondioksidin atmosferdeki oranını dengede tutan ilginç bir süreci aydınlattı. (10)

    Yerkabuğu ve manto tabakasının üst kısmından oluşan, taşküre denilen katman okyanus tabanı ve kıtalarla birlikte hareket eden büyüklü küçüklü parçalara ayrılmış durumda. (11) Bir okyanus levhası başka bir okyanus levhasına ya da kıta levhasına yaklaşırsa, biri diğerinin altına dalıyor. Yavaş yavaş manto tabakasına kayan bu levha derinlere iniyor ve eriyor. Levha hareketleri Dünya’yı sıcak tutan sera gazı karbondioksidi de geri dönüştürüyor. Kimyasal reaksiyonlarla atmosferden yer kabuğuna geçen karbon, yanardağ faaliyetleriyle tekrar atmosfere karışıyor. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Josh West ve meslektaşlarının Nature dergisinde yayımlanan araştırmaları ilginç sonuçlar ortaya koydu. Dağ oluşumları sırasında yüzeye çıkan “taze” kayaların adeta bir sünger gibi atmosferdeki karbondioksidi “emdikleri” uzun zamandan beri biliniyordu. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Önü alınmamış olsaydı bu süreç, Himalayalar gibi büyük dağ sıralarının oluşumları sırasında, birkaç milyon yıl içinde atmosferdeki karbondioksit seviyesini öyle azaltırdı ki, Dünya’yı bitmeyen bir kışa sokardı. Ama böyle olmadı.”

    Üniversiteden yapılan açıklamanın devamında, dağ oluşumu sırasında ortaya çıkan kayaların kimyasal ayrışma süreçlerinin benzer bir hızla atmosfere karbondioksit sağladığı ifade edildi. Güney Amerika’nın batı kıyıları boyunca uzanan, yaklaşık yedi bin kilometre uzunluğundaki And Dağları’ndaki kayaları araştıran Prof. West ve doktora öğrencisi Mark Torres, bu kayaların kimyasal ayrışma süreçlerinin önceden tahmin edildiğinden çok daha fazla karbon açığa çıkardığını tespit etti. Bol miktarda bulunan pirit adlı mineralin kimyasal olarak ayrışmasıyla, diğer minerallerden karbondioksit salınmasına neden olan asitlerin ortaya çıktığı belirtiliyor. (12)

    Çalışmalarını ünlü akademik dergi Nature’da yayımlayan Bonn Üniversitesi bilim insanları da şu sonuca vardı:

    Yerkürenin derinlerinde O2 birikmeseydi, dünya çorak ve hayata elverişsiz olurdu. Araştırma ekibi, birkaç yüz kilometre derinde bulunan majorite adlı mineralin büyük miktarda oksijen depoladığını keşfetti. Levha sınırlarında bulunan dalma-batma zonlarında, kayan yerkabuğuyla birlikte demir oksit de derinlere taşınıyor. Demir oksitin yapısındaki oksijen, yüksek basınç ve sıcaklık altında bu mineralin bileşeni haline geliyor. Majorite minerali, O2 asansörüne benzer olarak; yükseliyor, yeryüzüne yaklaşınca barındırdığı O2'yi salıyor. Bonn Üniversitesi’nden yapılan açıklamada, salınan O2'nin H2 ile birleşerek su da oluşturduğu belirtiliyor.


(1) Kısmen günümüz Tükçesiyle ifade edilmiş Yirminci Mektup İkinci Makam İkinci Kelime http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=2&pageNo=328#content.tr.2.328


(2) https://www.milliyet.com.tr/teknoloji/yagmurun-genleri-bizi-de-etkiliyor-886549

(3) https://www.uzay.co/venus-gezegeni-ozellikleri-atmosferi-yorungesi-ve-kesifler/


(4) http://gokbilimi.net/gunes-sisteminin-sicakligi-1/#:~:text=2%2D)%20Ven%C3%BCs%20%3A%20Sistemin%20G%C3%BCne%C5%9F,uzakt%C4%B1r%20ancak%20ondan%20daha%20s%C4%B1cakt%C4%B1r.


(5) https://web.itu.edu.tr/~kkocak/iklimpdf.pdf


(6) http://threat2020.blogspot.com/2008/03/kresel-souma.html?m=0


(7) http://www.mikrobiyoloji.org/TR/Yonlendir.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFFB892C7D158D51C9


(8) http://www.sureyelken.com/etiket/kuresel-fotosentez/


(9) https://medium.com/sunipeyk/d%C3%BCnyan%C4%B1n-oksijen-kayna%C4%9F%C4%B1-a137c8eff3d9


(10) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html


(11) https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnya%27n%C4%B1n_yerkabu%C4%9Fu


(12) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...