Nature etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nature etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2021 Salı

BUNLAR DA MUTASYONLA MI OLDU: KAN, AKCİĞER, DAMARLAR, GÖZ VE KULAĞA GENEL BİR BAKIŞ

 

Her an farkında olmadığımız o denli çok şey oluyor ki bedenimizde. Örneğin, günde neredeyse yüz bin defa kan pompalayan bir “motor” oksijeni parmaklarımızın uçlarına kadar ulaştırıyor. (1)

Fevkalade yumuşak ve esnek olan ve şekil değiştirerek çok ince damarların içlerinden geçebilen kırmızı kan hücrelerimiz, oksijeni vücudumuza dağıtarak hayati bir fonksiyonu yerine getiriyor. 1 mm3 kanda bulunan kırmızı kan hücresi sayısı erkeklerde ortalama 5 milyondur. (2) İnsanda ortalama 7 litre kan vardır. (3) 1 litre 1 milyon mm3'tür. (4) Bu durumda insanda ortalama 35 trilyon kırmızı kan hücresi vardır ve bunların saniyede yaklaşık 2 milyon tanesi ölür; fakat aynı süre içinde bir o kadarı da üretilir. (5)

Vücudumuzda hücreler farklılaşarak özelleşiyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Daniel Finley ve arkadaşlarının araştırmaları, kırmızı kan hücresine dönüşen hücrelerin çarpıcı farklılaşma sürecine ışık tuttu. Akademik dergi Science’da yayımlanan  çalışmada, kırmızı kan hücresine dönüşecek hücrelerin çekirdek, mitokondri, ribozom gibi organellerinin imha edildiği, böylece oksijen taşıyıcı protein hemoglobine yer açıldığı belirtiliyor! Finley ve arkadaşlarının araştırmasına göre, UBE2O adı verilen enzim, ortadan kaldırılacak hücre parçalarını küçük bir proteinle etiketliyor. Etiketler, hücrenin “çöp makinası” olan proteazomun yok edilecek parçaları tanımasını sağlıyor. Çalışmaya göre, UBE2O’nun eksikliği halinde kırmızı kan hücresine dönüşecek hücreler yüzlerce proteini tutmaya devam ediyor. Kırmızı kan hücrelerinin hemoglobinle tıka basa doldurulmasının çok önemli olduğu belirtiliyor. Bunun, bedenin tüm doku ve organlarının normal işlevlerini yerine getirmeleri için gereken bol miktarda oksijeni sağladığı ifade ediliyor. (6)
Prof. Edward Morrisey, akciğerin insan bedenindeki en kompleks uzuvlardan biri olduğunu ifade ediyor. (7) Düzinelerce farklı hücre türü bulunan kompleks bir organ… Soluk borumuzu ters duran bir ağacın gövdesi gibi düşünürsek, bronşları büyük dallara, bronşiolleri de küçük dallara benzetebiliriz. (8) İnce hava yolları olan bu bronşioller en sonunda uçlarında alveol ismindeki çok ince duvarlı hava keselerine bölünürler. İnsan vücudunda ortalama 300 milyon alveol var. Kılcal damar ağıyla çevrili olan bu keseler, akciğerlere hava dolunca balon gibi şişiyor. Oksijen ve karbondioksit değişimi, alveollerle kılcal damarlar arasında gerçekleşiyor. (9) Amerika Birleşik Devletleri'nin Columbia Üniversitesi’nden Prof. Irving Herman, “Physics of the Human Body” (İnsan Vücudunun Fiziği) adlı kitabında alveollerin toplam yüzey alanının 50-100 metrekare olduğunu dile getiriyor. Akciğerin özel yapısı, kanla temas eden alanın çok fazla olmasını sağlıyor. Prof. Herman, “Bu şekilde olmasaydı metabolik oksijen ihtiyacımızı gidermekten çok uzak olurduk.” diyor. (10)

Alveoller içleri ıslak plastik torbalara benziyorlar. Normalde ıslak torbaların iç kısımları birbirine yapışır. Alveollerde üretilen ve surfaktan adı verilen karışım, suyun yüzey gerilimini azaltıyor ve soluk verirken alveollerin büzülüp kalmasına engel oluyor! Surfaktan vesilesiyle alveoller çok daha kolay şişiyor, rahat nefes alabiliyoruz. (11)
Arterlerimizin esnek duvarları çok duyarlı doku tabakalarından oluşuyor. Bu doku, vücudun değişen ihtiyaçlarına göre damar çapını değiştirerek kan akımını etkiliyor. Almanya’nın Max Planck Enstitüsü’nden bilim insanları, damarların iç kısmında anten gibi vazife yapan bir molekül keşfetti. PIEZO1 ismi verilen bu molekül vesilesiyle damar içindeki hücreler gerektiğinde azot oksit salarak damarın genişlemesini sağlıyor. Çalışmaya katılan bilim insanları PIEZO1 genleri etkisiz hale getirilmiş fareleri incelediğinde damarların genişlemediğini, bunun da sürekli yüksek tansiyona yol açtığını tespit etti! (12)
Gözümüzün ön kısmında saat camını andıran çok dayanıklı bir tabaka var. Kornea ismi verilen bu saydam ve eğimli katman, kalkan gibi gözü muhafaza ediyor ve ışığı kırarak odaklanmasını sağlıyor. Korneadan kırılarak geçen ışık, büyüyüp küçülme kabiliyetine sahip göz bebeğinden geçerek şekil değiştirebilen merceğe, oradan da ışığa duyarlı hücrelerin bulunduğu retinaya ulaşıyor. Korneada alışılmışın dışında hiç kan damarı bulunmuyor. Doçent Dr. Reza Dana ve arkadaşları, şeffaf olması lazım gelen korneada kan damarlarının meydana gelmesinin nasıl engellendiğini keşfetti. PNAS ismindeki akademik dergide yayımlanan araştırmalarına göre, korneanın üst tabakasında bulunan çok miktardaki VEGFR-3 adlı protein damar oluşumunu durduruyor. Dana, “gözün kan damarları bulunmayan bir korneanın yaşamaya devam etmesini sağlama özelliği olmasaydı görüşümüz önemli ölçüde bozulurdu.” diyor. (13)
Ses dalgaları kulak zarımızı titreştirdiğinde çekiç, örs ve üzengi isimleri verilen, birbiriyle bağlantılı üç küçük kemik titreşimleri kuvvetlendirerek iç kulağımıza iletiyor. Kohlea ismi verilen salyangoz kabuğunu andıran, içi sıvıyla dolu yapıda bulunan hücrelerin tüy benzeri mikroskobik çıkıntıları titreşimlere tepki veriyor ve beyne sinyal gitmesine neden olan işlemler devreye giriyor. Kulaklarımız vesilesiyle bir senfonideki farklı notaları ayırt edebildiğimiz gibi bir fısıltıyı da duyabiliyoruz. Bu sesleri duyabilmemiz için kohleadaki hücrelerin “tüylerinin” aynı yöne bakacak, hassas bir şekilde düzenlenmiş demetler halinde paketlenmiş olmaları gerekiyor. Demetlerin nasıl meydana geldiğini ve nasıl dizildiğini araştıran Rockefeller Üniversitesi’nden Prof. James Hudspeth ve meslektaşlarının çalışmaları, Daple adındaki protein olmazsa demetlerin yanlış şekilde oluşacağını gösterdi. (14)

Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr Benjamin Thiede, “Değişik sesler duyduğunuzda, kohleadaki her hücre tepki vermez, sadece belirli ses frekanslarına duyarlı olan hücreler verir.” diyor. Thiede, yüksek frekanslı seslerin sesin kulağa girdiği yere en yakın olan ve daha kısa “tüy” demetlerine sahip hücrelerce algılandığını, alçak frekanslı seslerin ise daha içeride bulunan, daha uzun “tüylere” sahip hücrelerce algılandığını söylüyor. Çalışma sonuçlarını Nature Communications’da neşreden Dr Thiede ve ekibi, hücrelerin tüy benzeri çıkıntılarının boylarınının düzenlenmesinde retinoik asit adlı molekülün etkili olduğunu ortaya çıkardı. Thiede, kohleanın uzunluğu boyunca değişik düzeylerde retinoik asit aktivitesi olduğuna dair kanıtlar buldu. Laboratuvar ortamında hücrelere daha fazla retinoik asit eklediğinde daha uzun “tüy” demetleri ürettikleri tespit edildi. Retinoik asidi inhibe eden bir madde kullanılınca  daha kısa boylu “tüy” demetleri meydana geldi. (15)

İç kulağımızda dengeyi kontrol eden bir kısım da var. Üç adet yarım daire şeklinde, içleri sıvıyla dolu kanalla başımızın hareketleri ve konumu takip ediliyor; gelen sinyallere göre gözler ayarlanıyor. Amerika’da Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Charles Della Santina, bunun vücuttaki en hızlı refleks olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Olmasaydı dünya,elle tutulan bir video kameradan izleniyor gibi görünürdü.” (16)

“…Özellikle o varlık, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir ölçü içinde ve çok şeyle irtibatı bulunan bir hayata mazhar ise bu açıkça, onun ayrılık ve karışıklık sebebi olan farklı ellerden çıkmadığını, kudret ve hikmet sahibi bir tek el tarafından yaratıldığını gösterdiği halde...” (17)

DİPNOT:

(11) Ergül KARAKUZU, FARMASÖTİK AEROSOL SİSTEMLER VE KULLANIŞLARI s. 4 https://pharmacy.erciyes.edu.tr/ckfinder/userfiles/files/bitirmeler/Erg%C3%BCl_Karakuzu_Tez.pdf
(17) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 23. Lem'a (Tabiat Risalesi) s. 295 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-ucuncu-lema/295

14 Nisan 2021 Çarşamba

Yeryüzü Eczahanesi

 

Aspirinin kökeni söğüt ağacının kabuğu (1), kanser tedavisinde kullanılan Taxol’ün (etken maddesi paclitaxelin) kaynağı porsuk ağacı(2). Antibiyotiklerden kolesterol düşürücülere dek pek çok ilacın kaynağı doğa. Ürettiğimiz ilaçların birçoğunun temelinde bitkilerden elde edilen kimyasal bileşikler var.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 yılında neşrettiği sağlık sistemleri için en gerekli ilaçlar listesinde bulunan vincristine ve vinblastine, bitkilerde çok rastlanan alkaloit denilen doğal kimyasal bileşiklerden. Morfin, kafein, kinin ve daha birçoğu gibi.(3) Rubiaceae ailesinden bazı ağaç türlerinin kabuğundan elde edilen kinin, uzun yıllardan beri sıtma ilacı olarak kullanılıyor.(4) Covid-19 semptomlarına etkisiyle bugünlerde çok gündeme gelen ve yeni araştırmalara konu olan chloroquine de, kininin yapısı temel alınarak geliştirilmiş bir sıtma ilacı.(5) (Uzmanlar kininin yapısının chloroquinenin yapısından farklı olduğunu, ikisinin de ciddi yan etkileri olabileceğini, doktor kontrolü olmadan kullanılmamaları gerektiğini söylüyor.)(6)

Bitkilerde ve başka canlılarda kimyasal bileşikler basamak basamak sentezleniyor. Mesela şiddetli ağrıları dindirmek için kullanılan, haşhaş bitkisinden elde edilen morfin 15-20 basamaklı karmaşık bir süreç sonunda ortaya çıkıyor. Her basamakta özel bir enzim görev alıyor.(7) 2020’nin başında Forschungsverbund Berlin Enstitüsü’nden yapılan açıklamada, doğal bileşiklerden yararlanabilmek için kimyagerlerin önce moleküllerin yapılarını ve stereokimyalarını, yani üç boyutlu tasarımlarını belirlemeleri gerektiği dile getirildi. Aksi takdirde, kimyagerlerin molekülleri sentezleyip ilaç geliştiremeyeceği belirtiliyor.(8)

Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Kanser Enstitüsü’nden bilim insanlarının Journal of Natural Products’da yayımlanan çalışmaları, 1981’den 2016 yılı ortasına kadar piyasaya sunulan, kritik öneme sahip ilaçların yüzde 70’inden fazlasının doğadan geldiğini göstermişti. Ulusal Kanser Enstitüsü’nden Dr. David Newman, doğadaki araştırmaların çoğaltılması gerektiğini savunanlardan. Newman şöyle söylüyor: “Bir kimyager Taxol’ü görmedikçe, onu yapmaya asla akıl erdiremezdi.”(9)

Yeni ilaçlar araştıran bilim insanları deniz canlılarını da araştırıyor. Avustralya’nın önde gelen deniz kimyası uzmanlarından Dr. Chris Battershill Ilıman Deniz Ortamlarının İncelenmesi kitabında, en küçük deniz canlısının bile çok kompleks olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “Biyosentezledikleri kimyasallar bakımından akıl almaz karmaşıklar.”(10) Deniz süngerlerinden artrite, deri hastalıklarına karşı kullanılabilinecek kimyasallar, antibakteriyeller, antikanser maddeler gibi birçok potansiyel ilaç maddesi elde edildi.(11) Utah Üniversitesi’nden Prof. Michael McIntosh’un keşfettiği deniz salyangozu zehirindeki Rg1A bileşiğinin morfinden bin kat daha kuvvetli ağrı kesici özelliği olduğu anlaşılmıştı.(12)  Uzun yıllar süren çalışmalar sonunda, bileşiğin sentetik formunun (Prialt) çok şiddetli kronik ağrıların tedavisi için kullanılması onaylandı. Prialt hastaların omuriliklerine enjekte ediliyor.(13)
Hayvan zehirleriyle ilgili çalışmaların neticesinde, kalp krizleri için eptifibatide ve tirofiban(14), yüksek tansiyon için captopril(15), diyabet için exenadite(16) ve daha birçok ilaç geliştirildi. Brezilya’nın muz bahçelerinde çalışırken bir tür çıngıraklı yılan tarafından sokulan işçilerin neden ani tansiyon düşmesiyle bayıldıklarının araştırılması, milyonlarca yüksek tansiyon hastasının tedavisinde kullanılan yeni bir tür ilaç sınıfını doğurmuştu. Yılan zehirinin içinden tansiyon düşürücü molekülün ayrılıp, sentetik versiyonunun yapılmasının ardından captopril(17) adlı ilaç piyasaya sürüldü. Daha sonraki yıllarda ise, Echis carinatus türü yılanların zehirinden tirofiban(18) ve Sistrurus miliarius türü yılanların zehirinden eptifibatide(19) adlı kalp ilaçları geliştirildi.

Birkaç sene evvel Rice Üniversitesi, Güney Amerika çıngıraklı yılanının (Bothrops atrox) zehrinde mevcut olan batroxobin isimli maddeyi içeren jelin yaraların üstüne sürülmesiyle saniyeler içinde kanamayı durdurduğunu açıkladı. Rice Üniversitesi’nden Prof. Jeffrey Hartgerink ve meslektaşlarının ACS Biomaterials Science and Engineering adlı akademik dergide yayımlanan makalelerine göre, jel özellikle kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçlar kullanan hastaların ameliyatlarında çok işe yarayabilir.(20) Malezya çıngıraklı yılanının zehirinden de kanın pıhtılaşmasını önleyen ancrod adlı bir molekül elde edildi ve felç geçiren hastaların tedavisinde kullanılabilmesi amacıyla klinik deneylere başlandı.(21)

"Hastalara şifa veren, celal sahibi ve her işini hikmetle yapan Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâlbüyük eczanesi olan yeryüzünde, her derde bir devâ biriktirmiş. O devâlar ise dertleri isterler. Evet, Allah her derde bir derman yaratmıştırTedavi için ilaç almak, kullanmak meşrudur; fakat tesiri ve şifayı Cenâb-ı Haktan bilmek gerektir. Derdi O verdiği gibi, şifayı da O veriyor."(Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 25. Lem'a Hastalar Risalesi 20. Deva kısmen günümüz Türkçesiyle ) (22)

"Mesela, bir eczanede çok çeşitli maddelerle dolu yüzlerce cam kavanoz bulunuyor. Onların içindeki ilaçlardan hayat sahibi bir macun hazırlanması istendi. Canlı, harika bir ilaç yapılması gerekti. Biz de geldik, eczanede o canlı macunun ve ilacın çok sayıdaki unsurlarını, maddelerini gördük. O macunların her birini inceledik. Anladık ki, o cam kavanozların hepsinden hususi bir ölçüyle, bir-iki damla bundan, üç dört damla ötekinden, altı-yedi damla başkasından ve bunun gibi çeşitli miktarlarda örnekler alınmış. Eğer birinden bir damla eksik veya fazla alınsa o macun canlı olmaz, özelliğini kaybeder. O canlı ilacı da inceledik. Her bir kavanozdan hususi bir ölçüyle birer madde alınmış, zerre kadar eksik veya fazla olsa ilaç olma özelliğini kaybeder.

Elliden fazla kavanozun her birinden ayrı bir ölçüyle farklı miktarlarda maddeler alınmış.

Acaba o şişelerden alınan farklı miktarların, garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın şişeleri devirmesi neticesinde bir araya gelmesine hiçbir şekilde imkân ve ihtimal var mı? Her birinden yalnızca alınan miktar kadar akması, o maddelerin toplanıp o macunu meydana getirmesi hiç mümkün mü? Acaba bundan daha hurafe, akıl dışı, bâtıl bir şey olabilir mi? Eşek katmerli bir eşekliğe girse, sonra insan olsa “Bu fikri kabul etmem!” deyip kaçacaktır.

İşte bu misaldeki gibi her bir canlı, elbette hayat sahibi bir macundur ve her bir bitki, hayattar bir ilaç gibidir ki, çok çeşitli ve gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden yapılmıştır. Eğer sebeplere, toprak, hava, su gibi unsurlara dayandırılsa ve “Şu canlıyı sebepler yarattı.” dense, bu, aynen eczanedeki macunun şişelerin devrilmesiyle meydana geldiğini söylemek gibi, yüz derece akıldan uzak, imkânsız ve bâtıl bir iddia olur.

Kısacası: Şu büyük âlem eczanesinde Hakîm-i Ezelî’nin kaza ve kader ölçüsüyle alınan, hayat için gerekli maddeler sonsuz bir hikmet, ilim ve her şeyi kuşatan bir irade ile meydana gelebilir. “Bunlar kör, sağır, sınırsız, sel gibi akan, her yerde bulunan unsurların, tabiatın ve sebeplerin işidir.” diyen bedbaht, “O hayret verici ilaç, şişelerin devrilmesiyle kendi kendine olmuştur.” diye akılsızca, saçma sapan konuşan sarhoş bir ahmaktan daha ahmaktır. Evet, bu küfür ahmakça, sarhoşça, divanece bir hezeyandır."(Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 23. Lem'a Tabiat Risalesi Muhkaddime kısmen günümüz Türkçesiyle ) (23)


(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Aspirin

(2) http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/2219/373a598b-57c1-4cb5-b62b-78c42dc27f4e.pdf?sequence=1

(3) https://avesis.istanbulc.edu.tr/resume/downloadfile/tulbakir?key=7cc2e94e-4fd8-411a-a91c-e3a81b82fcf1

(4) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/13401

(5) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1115947

(6) https://www.acibadem.edu.tr/assets/haberler/2020/04/covid-19-hilalbardakci-150420/kinin--klorokin--hidroksiklorokin-ve-covid-19-hakkinda.pdf

(7) https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/71458/608401%20(1).pdf?sequence=1

(8) https://www.fv-berlin.de/index.php?id=61&L=0&tx_news_pi1[news]=2089&tx_news_pi1[controller]=News&tx_news_pi1[action]=detail

(9) https://www.researchgate.net/publication/293479656_Natural_Products_as_Sources_of_New_Drugs_from_1981_to_2014

(10) https://www.fishpond.com.fj/Books/Studying-Temperate-Marine-Environments-Michael-Kingsford-Chris-Battershill/9780908812547

(11) https://yasayandeniz.org/sungerlerimiz2.htm

(12) https://www.bbc.com/news/health-39028557

(13) https://tr.energymedresearch.com/89806-prialt-ziconotide

(14) https://www.netinbag.com/tr/medicine/what-is-eptifibatide.html

(15) https://sinirbilim.org/kaptopril-yuksek-tansiyon/#:~:text=Kaptopril%20y%C3%BCksek%20tansiyon%20ve%20baz%C4%B1,sisteminin%20%C3%A7ok%20%C3%B6nemli%20bir%20eleman%C4%B1d%C4%B1r.

(16) https://tr.techsymptom.com/11520-exenatide-for-diabetes-byetta-bydureon-69

(17) https://www.ntv.com.tr/turkiye/sifali-zehir,LQaddDu-bEKGZHdlLr8x3w

(18) https://tr.qaz.wiki/wiki/Echis_carinatus

(19) https://en.wikipedia.org/wiki/Eptifibatide

(20) https://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/acsbiomaterials.8b00031

(21) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2137908/

(22) https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-besinci-lema/347

(23) https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/yirmi-ucuncu-lema/293

10 Mart 2021 Çarşamba

Bastığın Yerleri Toprak Diyerek Geçme, Tanı!

 


Bütün göklerde olanlar, bütün yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altıda bulunanlar O'nundur. (Taha Suresi 6. Ayet) (1)

Toprak altında hayatını devam ettiren canlılara ilişkin araştırması akademik dergi Nature’da yayımlanan Manchester Üniversitesi’nden Prof. Richard Bardgett şöyle söylüyor: “Ayaklarımızın altındaki toprak muhtemelen Dünya’da çeşitliliğin en fazla olduğu yer. Topraktaki canlı grupları son derece kompleks. Bir orman ya da çayırdaki toprakta abartısız milyonlarca tür, milyarlarca organizma var. Mikroskobik bakteri ve mantarlardan, solucan, karınca ve köstebek gibi daha büyük organizmalara kadar…” Amerika Toprak Bilimi Derneği, bir çorba kaşığı toprakta dünyadaki insanların sayısından daha çok canlı bulunduğunu belirtiyor. Birçok kuruluştan bilim insanı ile birlikte tropik ormanlardan Antarktika’ya, Dünya’nın on altı bölgesinden alınan toprak örneklerindeki organizmaların genlerini inceleyen Brigham Young Üniversitesi’nden Prof. Byron Adams şöyle söylüyor: “Toprakta yaşayan organizmalar bizim için önemli birçok işi yapıyor. Atıklarımızı, toksik kimyasallarımızı ayrıştırıyor, zararsız hale getiriyor. Suyumuzu arıtıyor, erezyonu önlüyor, verimliliği yeniden sağlıyor.”

Atmosferin yaklaşık yüzde sekseni azot gazından oluştuğu halde, bazı mikroorganizmalar dışında hiçbir canlı gaz halindeki azotu kullanamıyor. Azot, canlı sistemlerinin (proteinlerin ve DNA’nın) ehemmiyetli bir bileşeni. Azotu bitkilerin kullanabileceği hale dönüştüren ve besin zincirine girmesine yol açan da topraktaki bakteriler. California Teknoloji Enstitüsü’nden yapılan basın açıklamasında, bu dönüşümün nitrogenase adlı enzimle gerçekleştiği belirtiliyor ve kimya profesörü Doug Rees’in şu sözlerine yer veriliyor: “Onlarca yıldır nitrogenase nasıl bu inert (durgun) gazla etkileşime giriyor, bu dönüşümü nasıl meydana getiriyor anlamaya çalışıyoruz.” Açıklamada, yaklaşık yüz yıl önce Haber-Bosch metodu adı verilen teknik geliştirilene kadar Dünya’daki azot dönüşümünün neredeyse tamamının bakterilerce meydana getirildiği ifade ediliyor. Haber-Bosch metoduyla laboratuarda azot dönüştürmenin çok yüksek sıcaklıklar ve basınçlar gerektirdiği vurgulanıyor. “Bakterilerin bunu nasıl yaptığını anlamayı çok isterdik. Bu büyük bir kimyasal sır” diyen Prof. Rees(2), nitrogenase enzimine dair çalışmalarından ötürü 2019 eylül ayında İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi ödülünü aldı.(3) Onlarca yıldır elimizdeki teknolojik ve laboratuvar imkanlarıyla çözemediğimiz bu kimyasal sırrı bakteriler kendi çözmüş olamayacağına göre, bir Yaratıcı var. 

Uluslararası seviyede üne sahip bir çevreci olan Kanada’nın British Columbia Üniversitesi’nden Prof. David Suzuki, bitki türlerinin neredeyse yüzde doksanının toprak mantarlarıyla desteklendiğini, tek ağacın köklerinin çevresinde düzinelerce mantar türü bulunabileceğini söylüyor. Ağaç köklerinin çevresinde bulunan ipliksi mantar uzantıları topraktaki fosfor, azot gibi maddelerin ağaçlara ulaşmasını sağlıyor. Ağaçlardan gelen fotosentez ürünleri (şeker gibi) de mantarları besliyor. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, uzak ağaçların köklerini bile birbirine bağlayan mantar ağları ile ağaçlar arasında kaynak transferi yapıldığını gösterdi.

İngiliz Columbia Üniversitesi’nden Prof. Suzanne Simard, bir ağacın mantar ağıyla yüzlerce ağaca bağlanabileceğini belirtiyor. Kanada’nın British Columbia Eyaleti’nin iç kısmında bulunan Douglas göknarı ormanının, sadece 30 metreye 30 metrelik küçük bir alanında yapılan incelemede, bir ağacın kırk yedi ağaçla bağlantılı olduğu, tek mantarın on dokuz ağacı birbirine bağladığı tespit edildi. Simard ve meslektaşları, akademik dergi Scientific Reports’da yayımlanan makalelerinde, mantarların karbon, azot, fosfor gibi kaynakların türdeş ve türdeş olmayan komşu bitkilere aktarımını sağladığına dair giderek artan sayıda kanıt olduğunu ifade ediyor. Sonuçları 2016 yılında ünlü akademik dergi Science’da yayımlanan bir başka araştırma da, kayın ve ladin gibi birbirinden çok farklı ağaçların aralarında bile büyük miktarda karbon transferi olduğunu göstermişti.

Profesör Simard ve arkadaşları, daha eski bilimsel çalışmalarında Douglas göknarı fideleri gölgede kaldığında, kağıt huş bitkisinden fidelere karbon gittiğini, kağıt huş ağacı mevsime bağlı olarak yapraksız kaldığında ise fidelerden huş ağacına karbon aktarıldığını tespit etmişti. Araştırma ekibi, sonuçları Scientific Reports’da yayımlanan çalışmaları için Douglas göknarı fidelerinin tüm iğne yapraklarını kopardı. Yaprakları koparılan fidelerden komşuları ponderosa çamına çok miktarda karbon transferi oldu. Simard şöyle söylüyor: “Douglas göknarlarını akrabaları arasında ve yabancılar arasında yetiştirdik ve akrabalarını tanıyabildiklerini keşfettik. Douglas göknarı ve ponderosa çamını birlikte de yetiştirdik. İğne yapraklarını kopararak ve batı ladini tomurcuk böceğinin saldırısına maruz bırakarak Douglas göknarına zarar verdik; ardından göknar, ağıyla komşu ponderosa çamına çok fazla karbon gönderdi.” Prof. Simard, bunu öleceğini “anlayan” ağacın karbon mirasını komşusuna bırakması şeklinde yorumluyor.

Douglas göknarı fidelerinin tüm yaprakları kesildiğinde komşu ponderosa çamına yalnızca karbon değil, stres sinyalleri de gitti. Bu da, ponderosa çamında savunma enzimlerinin sentezlenmesine neden oldu. Simard, ormandaki büyük, yaşlı ağaçları “ana ağaçlar” olarak isimlendiriyor. Bu ağaçlardan komşu ağaçlara besin maddeleri gidiyor. Komşu ağaçlardan stres sinyalleri çıkarsa besin yardımı artıyor. “Ben bir ormana girdiğimde, bütünün ruhunu hissediyorum; her şey uyum içinde işliyor ama, bunu ölçme veya haritalandırma yöntemimiz yok.” diyen Prof. Simard, mantar ağlarının haritasını çıkaramadıklarını, bir tatlı kaşığı orman toprağının birkaç mil uzunluğunda mantar ipliği içerdiğini söylüyor. (4)

“Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, ta bitkilerin muhtaç ve aç hayvanların yardımına gelmelerinde, hayvanların zayıf ve yaradılıştan şerefli olan insanların yardımına koşmalarında, hatta gıda maddelerinin nazik, kuvvetsiz yavruların ve meyvelerin yardımına uçmalarında; yiyecek zerrelerinin ise beden hücrelerinin ihtiyacına yetişmesinde işleyen yardımlaşma prensibi, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, her şeyi terbiye ve idare eden gayet Kerîm ve Hakîm bir tek Zât’ın emriyle hareket ediyorlar.” (Risale-i Nur Külliyatı, 22. Söz, İkinci Makam kısmen günümüz Türkçesiyle) (5) 

(1) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/T%C3%A2h%C3%A2-suresi/2353/5-8-ayet-tefsiri

(2) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/bilim-haberleri/toprak-yili.html

(3) https://www.kva.se/sv/pressrum/pressmeddelanden/studier-av-enzymsystem-belonas-med-aminoffpriset

(4) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/bilim-haberleri/agaclarin-fedakarligi.html

(5) https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/404

9 Şubat 2021 Salı

Hassas Ayarlı Gezegen: Dünya

 


    "Biz gözümüzü açtıkça, bakışımızı kainatın yüzüne çevirdikçe ilk gözümüze ilişen umumi ve mükemmel bir düzen, kuşatıcı ve hassas bir dengedir. Müşahede ediyoruz ki, her şey ince bir düzen, hassas bir denge ve ölçü içindedir. Biraz daha dikkat edince, devamlı tazelenen bir düzen ve denge sağlama fiili gözümüze çarpıyor. Yani birisi o düzeni kusursuz bir şekilde değiştiriyor, o dengeyi ve ölçüyü gözeterek tazeliyor. Her şey muntazam ve ölçülü sayısız suret giydirilen birer model oluyor. Daha çok dikkat ettikçe o düzenli ve ölçülü işlerin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve amaç gözetiliyor, bir hak ve fayda takip ediliyor. Daha da dikkat ettikçe, oldukça hikmetli bir faaliyet içinde bir kudretin emareleri, eserleri ve her şeyin her halini kuşatan engin bir ilmin cilveleri şuurlu nazarımıza çarpıyor." Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat (1)

    Dünya sistem bilimi, yerkürenin işleyişini inceleyen, nispeten yeni bir bilim dalı. NASA’nın 1983'de Dünya Sistem Bilimleri Komitesi’ni kurmasıyla ortaya çıktı. NASA bilim misyonunu açıklarken “Dünya’nın atmosferini, karalarını, okyanuslarını, buzlarını ve canlıları birbirine bağlı, tek sistemin parçaları olarak algılamalıyız” diyor. Dünya sistemi, birbirleriyle karmaşık ilişkileri olan çok çeşitli unsurları içeriyor. Miami Üniversitesi’nden Prof. Eugene Rankey ve USRA’dan (Universities Space Research Association) Martin Ruzek, Journal of Geoscience Education’da yayımlanan makalelerinde şunları söylüyor: “Gezegenimizin şartlarını belirleyen ahenkli fiziksel, biyolojik, kimyasal süreçleri anlatmak için senfoni benzetmesi kullanılabilinir. Bir senfonide her aletin diğerleriyle uyum içinde çok sesli müzik yapması gibi hava, su, karanın unsurları ve hayat ahenkle işleyen Dünya sistemini meydana getiriyor.” (2)

    Mesela, Dünya atmosferindeki gazların oranını değiştirebilecek birçok etken olmasına rağmen, atmosferin dengeli bir gaz karşımı var. Metan, CO2 gibi ısıyı atmosferde tutan sera gazlarının etkisi olmasaydı, dünyanın ortalama sıcaklığının eksi on sekiz derece olacağı hesaplanıyor. Peki, bu gazlar fazla olsaydı? Venüs’ün atmosferi yüzde 96.5 karbondioksitten oluşuyor; (3) ortalama yüzey sıcaklığı yaklaşık 460 derece. (4) Dünya’nın atmosferindeki karbondioksit oranı yüzde 0,036 civarındayken, karbondioksitten çok daha güçlü bir seragazı olan metanın atmosferdeki oranı yüzde 0,00017. Seragazı nitröz oksit, karbondioksitten yaklaşık üç yüz kat daha güçlü ama, atmosferdeki oranı metanınkinden de düşük: Yüzde 0,00003. (5)

    Düşünün ki, yanardağlardan çıkan SO2'nin bile havadaki metana etkisi var. Yanardağ patlamalarıyla açığa çıkan SO2, metan üreten bakterilerin çoğalmasını engelliyor ve atmosferdeki oranının düşmesine neden oluyor. Bazı bakteriler ise metanla besleniyor. Yeni Zelanda’nın Rotorua kenti yakınındaki jeotermal alanda bu özellikte bakteriler keşfedildi. (6) Yanardağ patlamaları, bitkisel planktonları demirle besleyip daha çok üremelerine yol açarak atmosferdeki karbondioksit miktarını da dolaylı olarak etkiliyor. Yüzey sularında yaşayan bu mikroorganizmalar gözle görülemeyecek kadar küçük. (7) Fakat denizlerde ve okyanuslarda trilyonlarcası var; toplu halde uzaydan bile görülüyorlar. (8) Yani, havadaki oksijenin büyük bölümünün kaynağı da bu minik canlılar. (9) Ölüp dibe çöktüklerinde içlerindeki organik karbonun bir kısmı deniz tabanına gömülüyor. Yüzey sularındaki karbondioksit miktarı azalınca atmosferden suya karbon geçişi artıyor.

    Prof. Josh West ve doktora öğrencisi Mark Torres, And Dağları’ndaki kayaları inceleyerek sera gazı karbondioksidin atmosferdeki oranını dengede tutan ilginç bir süreci aydınlattı. (10)

    Yerkabuğu ve manto tabakasının üst kısmından oluşan, taşküre denilen katman okyanus tabanı ve kıtalarla birlikte hareket eden büyüklü küçüklü parçalara ayrılmış durumda. (11) Bir okyanus levhası başka bir okyanus levhasına ya da kıta levhasına yaklaşırsa, biri diğerinin altına dalıyor. Yavaş yavaş manto tabakasına kayan bu levha derinlere iniyor ve eriyor. Levha hareketleri Dünya’yı sıcak tutan sera gazı karbondioksidi de geri dönüştürüyor. Kimyasal reaksiyonlarla atmosferden yer kabuğuna geçen karbon, yanardağ faaliyetleriyle tekrar atmosfere karışıyor. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Josh West ve meslektaşlarının Nature dergisinde yayımlanan araştırmaları ilginç sonuçlar ortaya koydu. Dağ oluşumları sırasında yüzeye çıkan “taze” kayaların adeta bir sünger gibi atmosferdeki karbondioksidi “emdikleri” uzun zamandan beri biliniyordu. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Önü alınmamış olsaydı bu süreç, Himalayalar gibi büyük dağ sıralarının oluşumları sırasında, birkaç milyon yıl içinde atmosferdeki karbondioksit seviyesini öyle azaltırdı ki, Dünya’yı bitmeyen bir kışa sokardı. Ama böyle olmadı.”

    Üniversiteden yapılan açıklamanın devamında, dağ oluşumu sırasında ortaya çıkan kayaların kimyasal ayrışma süreçlerinin benzer bir hızla atmosfere karbondioksit sağladığı ifade edildi. Güney Amerika’nın batı kıyıları boyunca uzanan, yaklaşık yedi bin kilometre uzunluğundaki And Dağları’ndaki kayaları araştıran Prof. West ve doktora öğrencisi Mark Torres, bu kayaların kimyasal ayrışma süreçlerinin önceden tahmin edildiğinden çok daha fazla karbon açığa çıkardığını tespit etti. Bol miktarda bulunan pirit adlı mineralin kimyasal olarak ayrışmasıyla, diğer minerallerden karbondioksit salınmasına neden olan asitlerin ortaya çıktığı belirtiliyor. (12)

    Çalışmalarını ünlü akademik dergi Nature’da yayımlayan Bonn Üniversitesi bilim insanları da şu sonuca vardı:

    Yerkürenin derinlerinde O2 birikmeseydi, dünya çorak ve hayata elverişsiz olurdu. Araştırma ekibi, birkaç yüz kilometre derinde bulunan majorite adlı mineralin büyük miktarda oksijen depoladığını keşfetti. Levha sınırlarında bulunan dalma-batma zonlarında, kayan yerkabuğuyla birlikte demir oksit de derinlere taşınıyor. Demir oksitin yapısındaki oksijen, yüksek basınç ve sıcaklık altında bu mineralin bileşeni haline geliyor. Majorite minerali, O2 asansörüne benzer olarak; yükseliyor, yeryüzüne yaklaşınca barındırdığı O2'yi salıyor. Bonn Üniversitesi’nden yapılan açıklamada, salınan O2'nin H2 ile birleşerek su da oluşturduğu belirtiliyor.


(1) Kısmen günümüz Tükçesiyle ifade edilmiş Yirminci Mektup İkinci Makam İkinci Kelime http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=2&pageNo=328#content.tr.2.328


(2) https://www.milliyet.com.tr/teknoloji/yagmurun-genleri-bizi-de-etkiliyor-886549

(3) https://www.uzay.co/venus-gezegeni-ozellikleri-atmosferi-yorungesi-ve-kesifler/


(4) http://gokbilimi.net/gunes-sisteminin-sicakligi-1/#:~:text=2%2D)%20Ven%C3%BCs%20%3A%20Sistemin%20G%C3%BCne%C5%9F,uzakt%C4%B1r%20ancak%20ondan%20daha%20s%C4%B1cakt%C4%B1r.


(5) https://web.itu.edu.tr/~kkocak/iklimpdf.pdf


(6) http://threat2020.blogspot.com/2008/03/kresel-souma.html?m=0


(7) http://www.mikrobiyoloji.org/TR/Yonlendir.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFFB892C7D158D51C9


(8) http://www.sureyelken.com/etiket/kuresel-fotosentez/


(9) https://medium.com/sunipeyk/d%C3%BCnyan%C4%B1n-oksijen-kayna%C4%9F%C4%B1-a137c8eff3d9


(10) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html


(11) https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnya%27n%C4%B1n_yerkabu%C4%9Fu


(12) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...