gezegen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezegen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2021 Perşembe

GERÇEK VE MECAZİ SEBEPLER ÜZERİNE: DEPREM ÖRNEĞİ

  

Hemen her deprem sonrası meydana gelen tabii afetlerin sebepleriyle ilgili teolojik tartışmalar yaşanır. Genellikle dindar insanlar depremlerin veya tabii afetlerin sebebini insanlığın azgınlık ve taşkınlığına bağlar. Onlara göre irtikap edilen günahlar, yapılan zulüm ve haksızlıklar, meydana gelen fitne ve fesatlıklar bu tür felaketlere sebebiyet verir. Mevzuya bilim gözlüğüyle bakan insanlar ise bu tür yaklaşımlara itiraz eder ve konuyla ilgili bilimsel açıklamalar sunarlar. Acaba yapılan bu açıklamalardan hangisi doğrudur?

Bakış Açısı

Tek cümleyle cevap verecek olursak her iki izah da hem doğrudur hem de tek başına eksiktir. Bakış açısı değiştiği için, görülen gerçekler de değişmektedirRenkli bir gözlük takan insan açısından gördüğü eşyaların rengi de değişir. İşte deprem ve doğal afetlerin yanı sıra kâinatta meydana gelen bütün olaylarla ilgili bu iki farklı izahın temel sebebi, bakış açısıdır.

Depremleri, zulüm ve günahlarla açıklayanlar meseleye kader ve küllî irade açısından bakmakta, dolayısıyla da varlık ve olayların bâtınındamelekut yönünde farklı resim ve suretler müşahede etmektedirler. Hadiseleri salt maddi ve pozitif bir nazarla değerlendiren ve onların salt zahiri yüzlerine odaklananlar ise mevzuyu jeolojinin ve jeofiziğin verileriyle izah etmeye çalışmakta ve depremleri fay hatlarının kırılmasına, yerkabuğunu meydana getiren levhaların birbirini zorlamasına vs. bağlamaktadırlar. Bu iki açıklama da doğrudur, fakat tek doğru değildir. Bunlardan yalnızca birisinin tek doğru olarak görülmesi, eksik bir analiz olur.

Sebeplere Riayet

Allah, kainattaki her oluşum ve hareketi belirli bir sebep ve hikmete bağlamıştır. Yaşamın istikrar içerisinde süregitmesi, varlık ve kâinat üzerinde belirli araştırmaların yapılabilmesi, ilimlerin vücut bulması adına hadiselerin belirli sebeplere bağlanması oldukça önemlidir. Ayrıca hikmet diyarı olan dünyada, olayların sebeplere bağlı olarak cereyan etmesi, imtihanın da bir gereğidir. Şayet her bir olay maddi nedenlere bağlı olmaksızın olağanüstü bir şekilde meydana gelseydi teklif sırrı kaybolurdu.

Bu nedenledir ki bir mü’min asla sebepleri görmezden gelemez. Aksine ona düşen sıkı sıkıya sebeplere riayet etmektirBu aynı zamanda Allah’ın iradesine saygının da bir gereğidir. Dolayısıyla bir Müslüman'ın, depremle ilgili bilimsel açıklamaları göz ardı etmesi, uzmanların uyarılarına kulak asmaması düşünülemez.

Bazı hikmetlerden dolayı Allah’ın her bir olayı belirli nedenlerle irtibatlandırdığının şuurunda olan bir Müslüman, herkesten daha fazla bu sebeplere müracaat etmelidir. Ona düşen, depremin önceden öğrenilmesi, binaların depreme karşı dayanıklı inşa edilmesi, deprem anında oluşabilecek kayıpların en aza indirilmesi adına gerekli tedbirlerin alınması, deprem sonrası kurtarma ve ıslah çalışmalarının sürdürülmesi gibi konularda herkesten daha fazla çalışmak ve gayret etmektir. Yani Müslüman, depremler nedeniyle oluşabilecek can ve mal kayıplarını en aza indirmek için bilim ve teknolojinin kendisine sunduğu imkânlarından sonuna dek istifade etmelidir.

Hakikî ve Mecazî Sebepler

Sebeplerin, Allah’ın izzet ve azameti önünde birer perde olduğu (1) da hatırdan çıkarılmamalıdır. Sebepleri yaratan ve yarattıktan sonra da kendi haline bırakmayıp onların arkasında icraatta bulunmaya devam eden Müsebbibül Esbab olan Allah’tır. Esasında sebepler, Allah’tan gelen emirleri yansıtmakta ve tatbik etmektedir. Mevzuya iman gözüyle bakacak olursak, hâdiselerin meydana gelmesiyle irtibatlandırdığımız sebeplerin gerçek değil mecazi birer sebep olduğu görülecektir. Gerçek müsebbip ise Allah’tır. Sebepleri de sonuçları da O yaratmaktadır.

Dolayısıyla hem depreme hem de diğer doğal olaylara bakarken ve onları ele alırken muhakkak bu iki farklı bakış açısı birlikte göz önünde tutulmalıdır. Olayların zahiri nedenlerini görme ve ona uygun hareket etmekle birlikte, bakışlar bu olayların arka planlarına ve derunlarına da yöneltilmek suretiyle onların altında yatan hikmetler anlaşılmaya, bu olayların diliyle verilen mesajlar idrak edilmeye çalışılmalıdır.

Pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, dikkatler meydana gelen olayların arka planlarına çekilerek mü’minlere böyle bir tefekkür yolu gösterilmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de taşkınlık, isyan, zulüm ve günahları sebebiyle helâk edilen daha pek çok kavimden bahsedilmektedir. (2) Nitekim, Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. (3) âyet-i kerimesi de umumi bir ifadeyle insanların maruz kalmış olduğu bela ve musibetlerin gerçek sebebini onların irtikap etmiş oldukları günahlara bağlamaktadır.

Bakara sûresinde geçen, Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. (4) âyeti ise mü’minlerin can ve mal kayıplarıyla neticelenen olayların Allah tarafından gelen birer imtihan olduğunu haber vermektedir.

Geçmişe ve Belalara Kader Cihetinden Bakabilme

Tabii ki bir Müslümanın, geleceğe yönelik her türlü plan ve projesini yaparken zahiri sebepleri göz önünde bulundurması ve bütün tercihlerini buna göre yapması gerekir. Ama o, gerçekleşen olayları okumak için geçmişe dönük analiz yaparken kesinlikle bu olayların arkasındaki hikmetleri, verilen mesajları, yapılan uyarıları da anlamaya ve bunlardan ibret almaya gayret etmelidir.

Bunu yapabilen bir Müslümanın önüne farklı pencereler açılır. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (5) âyet-i kerimesinde ifade edildiği üzere o, zahiri yüzleri oldukça çirkin ve dünyevî açıdan acı verici olan hâdiselerden dahi teselli olabileceği bir kısım hikmetler bulur. İnsanî sınırların kısıtlayıcılığı ve maddî dünyanın darlığı içinde yapılan “iyi” yahut “kötü” şeklindeki değerlendirmelerin sübjektifliğini görür. Aynı olaylara kaderi plandan bakınca farklı sonuçlara ulaşmanın mümkünlüğünü fark eder. En kötü olayların dahi “iyi” yüzlerini görmeye başlar. Onun hakkında “Kadere iman eden, kederden emin olur.” hükmü tecelli eder.

Kader Perspektifinden Depremlerin Sebepleri

İşte yaşanan depremlere iman ve kader perspektifiyle bakıldığında da gerek meydana geliş sebepleri gerekse sonuçları açısından farklı bir kısım değerlendirmeler yapılabilir. Örneğin Bediüzzaman Hazretleri, Allah'ın gazabını celbeden ve depremlere neden olan bazı olayları şöyle anlatır:
  1. Günah ve Zulümler: “Madem bir kısım hatalar, unsurları ve dünyayı hiddete getirecek derecede bir kapsamlı isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir hakaretli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, büyük vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir verilmesi hikmetin ve adaletin ta kendisidir ve mazlumlara rahmetin ta kendisidir.” (6)
  2. Günah ve zulümlerin yayılması: “Umumî musibet, çoğunluğun hatasından ileri gelmesi yönüyle; insanların çoğunun o zalim şahısların hareketlerine fiilen veya onu gerekli görerek veya onların tarafında yer alarak taraftar olmasıyla manen ortak olur, umumî musibete sebebiyet verir.” (7)
  3. Ehli gafleti uykusundan uyandırmak: “Kadîr-i Zülcelâl’in itaatkâr bir memuru,  belki bir gemisi, uçağı olan yeryüzünün içinde bulunan ve hikmet ve irade ile saklanmış bir bombayı, ‘Gaflet ve azgınlık yolundakileri uyandırmak için ateşlendir!’ diye olan Rabbanî emri unutmak ve tabiata sapmak, ahmaklığın en çirkinidir.” (8)
  4. Mü’minleri tekrar ibadet u taate sevk etmek: “Bu hadisenin (depremin) hem şiddetli kışta, hem karanlık gecede, hem dehşetli soğukta gelmesi, hem Ramazan’a gereken hürmeti göstermeyen bu memlekete mahsus olması ve tahribatından uyanmadıklarından,  hafifçe gafilleri  uyandırmak için zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle, bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.” (9)
  5. Mü’minlerin mağlubiyet ve acizliği: “O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli iman muhafızları ve İslamiyet koruyucuları az veya tam mağlup olmak fırsatıyla, dinsizlerin orada tesirli bir faaliyet merkezi kurmaları yönüyle, en evvel oraları tokatladı ihtimali var.” (10)
Şu âyet-i kerime de bu manaya işaret eder: Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez. (11) Öyleyse bir memlekette halkın ıslahını düşünen, ihya ve imar yolunda gayret eden insanların mevcudiyeti, gelecek belâ ve musibetler adına önemli birer paratonerdir.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Madem ki deprem zulmü nedeniyle zalimleri, günahları nedeniyle fasıkları, dinî yaşayışlarındaki kusur ve laubalilikleri nedeniyle gafilleri, irşat vazifesini terk etmesi yahut gereği gibi yapamaması nedeniyle mü’minleri cezalandırmak yahut onların aklını başına getirmek için meydana gelmektedir; o halde istikamet içinde bir yaşam süren masumlar neden can ve mal kaybına maruz kalmaktadır?

İlk olarak şunu söylemek gerekir ki bu, dünyanın imtihan yeri olmasıyla ilgilidir. Çünkü bu tarz afet ve belalar sadece hak edenlere isabet etseydi, imtihan sırrı bozulurdu. Zira öyle olsaydı herkes açıkça Allah’ın takdirini gördüğü için ister istemez iman etmek zorunda kalırdı. Zaten Allah Teala şöyle buyurmuştur: Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. (12)

Ne var ki her ne kadar masum ve mazlumlar deprem ve benzeri bir afet nedeniyle zahiren ve dünyevi açıdan bazı kayıplara ve sıkıntılara maruz kalsalar da, Adil-i Mutlak olan Allah mutlaka onların bu yaşadıklarını karşılıksız bırakmayacaktır. Zira çok sayıda âyet-i kerimede ifade edildiği üzere Allah, kullarına zerre miktarınca zulmetmez.

Bediüzzaman Hazretleri de depremde zarar gören masumlarla alakalı şöyle der: “O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir baki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehitlik hükmünde olarak, nispeten az ve geçici bir sıkıntı ve azaptan, büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında gazap içinde bir rahmettir.” (13)

Toparlayacak olursak, kâinatta bir yaprağın düşmesine varıncaya kadar en küçük bir tesadüfe yer olmadığına inanan bir mü’min açısından, deprem gibi pek çok insanı etkileyen büyük bir hadisenin sadece yer katmanlarıyla, fay hatlarıyla açıklanması eksik bir açıklamadır. Allah'ın icraatları çoğunlukla sebepler eliyle gerçekleşmektedir. Bir Müslümana düşen de sadece sebeplere takılıp kalmamak, onların arkasına geçerek Müsebbibü’l-Esbab’ın icraatları arkasında yatan hikmet ve maslahatları okuyabilmektir.

Bunu başarabilen bir Müslüman, başına gelenleri sabır ve rıza ile karşılayacak, kaderi tenkit etme günahına yönelmeyecek, şikayet ve itiraz manasına gelen söz ve fiillerden uzak duracak, can yakıcı en fena hâdiselerin içinde dahi Allah’ın rahmet elini hissedecek ve maruz kaldığı hâdiselerden ibret almaya bakacaktır. Maddenin dar sınırlarını aşamayanlar bu tür izah ve açıklamaları “züğürt tesellisi” olarak görseler de hakiki bir mü’min açısından bütün bunlar Allah’a iman etmenin, teslim olmanın ve tevekkülde bulunmanın birer ifadesidir.

DİPNOT:

(3) Şura sûresi, 30/30 Diyanet İşleri Meali (Yeni) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=42&ayet=30
(4) Bakara, 2/155 Diyanet İşleri Meali (Yeni) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=155
(5) Bakara sûresi, 2/216 Diyanet İşleri Meali (Yeni) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=216
(6) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 5. Sual s.243 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/243
(7) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 3. Sual s.242 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/242
(8) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 6. Sual s.244 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/244
(9) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 7. Sual s.246 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/246
(10) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 7. Sual s.247 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/247
(11) Hûd sûresi, 11/117 Diyanet İşleri Meali (Yeni) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=11&ayet=117
(12) Enfâl sûresi, 8/25 Elmalılı Hamdi Yazır Meali https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=8&ayet=25
(13) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 14. Sözün Zeyli, 4. Sual s.243 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-dorduncu-soz/on-dorduncu-sozun-zeyli/243

30 Temmuz 2021 Cuma

BOŞLUKLARIN TANRISI İDDİASI ÜZERİNE

BOŞLUKLARIN TANRISI NEDİR?

Boşlukla kastedilen anlam, beşeriyetin bilim yoluyla henüz açıklayamadığı olay ve olgulardır, epistemolojik ve ontolojik bilinmezlerdir. Ateistler, teistlerin bilimin nedenini bilemediği hadiseleri Tanrı’ya bağladıklarını ve kendilerince bir izah getirdiklerini iddia ederler. Yani “boşlukta” kalan varlık ve olayları Yaratıcının ilim ve kudretiyle izah etmekte ve O’nun fiilleri olarak görmektedirler. Ne var ki bilim ilerledikçe geçmişin bilinmezleri bugünün malumu olmakta, yani boşluklar yavaş yavaş bilimsel açıklamalarla dolmaktadır. Boşluklar doldukça bir Yaratıcıya duyulan gereklilik de yavaş yavaş yok olmaktadır.

Ne var ki bu iddiayı kabul etmek mümkün değildir. Kelamla ilgili eserlerde bazen bu tür mucizevi varoluşlardan bahsedilse de kelamcılar, “Biz şu hâdiselerin gerçekleşme şeklini anlayamıyoruz, o hâlde Yaratıcı vardır.” gibi bir mantık yürütmezler.

Yaratıcının varlık ve birliğine dair Akaidle ilgili eserlerde anlatılan delillere bakıldığında bunların, insanoğlunun henüz keşfedemediği mucizevi varoluşlardan ziyade, gayet iyi bildiği, gözlemlediği ve anladığı varlık ve olaylara dayandığı görülür. Kelâmcılar Yaratıcının varlığına en büyük kanıt olarak kâinatta mevcut olan nizam ve intizamı, ahenk ve düzeni, hassas dengeleri(1), sanatlı varoluşları(2), hikmet ve gayeyi, yardımlaşma ve dayanışmayı (3) gösterirler. Evrendeki düzenin, işleyişin, uyumun anlaşılması ve keşfedilmesi ise akla ve bilime bağlıdır.

Kur’ân, devamlı surette sayfa sayfa kâinat kitabını önümüze sererek bunun üzerinde düşünmeyi, akletmeyi, araştırma ve inceleme yapmayı, yeni keşiflere yönelmeyi teşvik eder. Aklını kullananları, mantık ve muhakemesini çalıştıranları över. Bilgisizlikten cahillikten asla medet ummaz. Hiçbir zaman bilimsel keşiflerden endişe etmez. Kâinat kitabı üzerinde tefekkürde bulunanların Allah’ın varlık ve birliğini çok daha iyi idrak edeceklerini haber verir.

Kur’ân nazarında Allah’ı tanıtmaları açısından Kur’an ve kâinat kitabı arasında fark yoktur. Kur’an gibi kâinat kitabı da dikkatle ve tefekkürle okunması gereken birer kitaptır. Bir insanın Rabbini kâmil manada tanıması da bu iki kitabı beraber okumasına bağlıdır. Bu açıdan laboratuvarda kâinat kitabını anlamaya çalışan bir Müslüman ile Kur’an okuyup anlamaya çalışan bir Müslüman aynı şekilde ecre nail olacaklardır.

Kur’an ayetlerini okumayan, tefekkür etmeyen, anlamaya çalışmayan ve gereğiyle amel etmeyen Müslümanlar Allah katında sorumlu olacakları gibi, kâinat kitabının ihmal edilmesi de aynı şekilde kişiyi sorumlu kılar. Hatta kâinat kitabını ihmal edenler ilerleyemeyecek, görkemli medeniyetler kuramayacak, bilim ve teknolojide geri kalacak, başkalarının güdümüne girecek ve bu sebeple daha dünyada iken perişan ve derbeder olacaklardır.

SEBEPLERİN MAHİYETİ

Ateistlerin, bilimin ilerlemesiyle beraber tüm “boşlukların” dolacağı ve nihai olarak Yaratıcıya ihtiyaç kalmayacağı savları da tümüyle temelsizdir. Bu savın altında, sebepleri keşfedilen ve bilimsel açıklamaya kavuşan hadiselerin Yaratıcıyla bağlantı kurulmasına gerek kalmayacağı şeklinde bir düşünce yatar.

Buradaki temel mevzu, sebeplerin mahiyetinin doğru anlaşılamamasıdır. Gerçekten bizim sebep olarak gördüğümüz şeyler sonuçları ortaya çıkarmaya güç yetirebilir mi? Bu şekilde her bir nedene bir ilahlık kudreti vehmetmiş olmuyor muyuz? Bir bebeğin yumurta ve spermin birleşmesiyle oluştuğunu anladıktan sonra, bu hadise bizim için bütünüyle bilinir bir hüviyet mi kazanıyor?

Tabii ki öyle değil! Bilim insanları kâinatta cereyan eden bir olayı öncelik ve sonralıklarıyla açıkladıklarında işleyiş, sistem ve mekanizma hakkında bilgi sahibi olurlar. Ama bu sistemin niçin kurulduğunu ve nasıl var olduğunu bilemezler. Örneğin bir arabayı inceleyen bir mühendis, onun çalışma sistemini çözebilir. Arabanın hangi mekanizmayla hareket ettiğini, hangi parçanın ne işlev gördüğünü anlayabilir. Ama onun bu bilgisi, bu sistemin nasıl ortaya çıktığını, nasıl olup da tüm parçaların uyumlu bir şekilde birbirine monte edildiğini, arabayı inşa eden tasarımcının hedef ve maksadını açıklayamaz. Aksine arabadaki sistemi, mühendisliği, tasarımı gören bir insan, bu arabanın bir ilme, şuura, iradeye, plan ve projeye dayalı olarak üretildiğini anlar, dolayısıyla da arabadan arabanın kurucusuna/yapanına giden yolu bulur.

Şekli, rengi, kokusu ve tadı çeşit çeşit meyvelerin sebebi ağaçlardır, yani odun parçalarıdır. Veya ağaçları da ayakta tutan su, güneş ışınları ve havadır. Hakikaten anne karnında oluşan yavrular yahut ağaçlarda asılı duran meyveler bizim “sebep” dediğimiz olayların “yaratabileceği” varlıklar mıdır? Her şey bu kadar basit midir? Maddi sebepler ve kör rastlantısallıklar bir canlı organizmayı vücuda getirebilir mi? (4) Bunu kabul ettiğimiz zaman nedenlere fevkalade bir güç ve harikulade bir ilim atfetmiş olmuyor muyuz?

İşin doğrusu şu ki, sebepleri de neticeleri de yaratan Allah’tır. Aslında beşerin sebep zannettiği hadiseler sadece zahiri/görünen sebeplerdir; hakiki sebep ise Allah’ın yaratmasıdır. Vehmedildiği gibi kâinatta mutlak bir determinizm yoktur. Belirli sebeplerin varlığı, zorunlu olarak sonuçları ortaya çıkarmaz/çıkaramaz. Sebeplere bu kuvveti veren, onları da yaratan Müsebbibü’l-Esbâb olan Allah’tır.

Bilim insanları, sebepleri, tümevarım yoluyla bulurlar. Örneğin binlerce kez ateşin yaktığını gördükten sonra, yanmanın sebebini ateşe bağlarlar. Esasında gözlemlediğimiz şey iki hadise arasındaki zamansal olarak peş peşe gelmedir, korelasyondur. Fakat bu iki olay sürekli zamansal olarak peş peşe cereyan ettiği için biz birini diğerinin sebebi kabul ederiz. Evrende yaptığımız gözlemler sonucunda olaylar arasındaki nedensellik ilişkilerini de bu şekilde buluruz. Bu aynı zamanda bize evrende müthiş bir düzen olduğunu gösterir. Nitekim böyle bir düzen olmasaydı ilimlerin vücut bulması mümkün olmazdı.

Bilim insanları her ne kadar araştırma ve çalışmalarını devam ettirebilmek ve bilimsel keşiflere imza atabilmek için nedensellik ilişkisini kabul etmek ve buradan hareket etmek zorunda olsalar da, aslında, iki olay arasında zorunlu bir ilişki olduğunu objektif olarak ispatlamak mümkün değildir. Beşerin gözlemlediği şey, B’nin sürekli A’dan sonra geldiğidir. Biz A’nın B’yi vücuda getirecek bir ilim ve kudrete sahip olmadığını bildiğimize göre mantıksal olarak şu sonuca varırız: Bu ikisinden bağımsız ilim ve irade sahibi bir kudret bu ikisi arasında bir korelasyon kurmaktadır. Dolayısıyla aslında Allah’tan başka hiçbir varlığın nihai ve hakiki anlamda “sebep” olması mümkün değildir.

Bizler, evrende meydana gelen hadiseler arasında mutlak determinizm var olduğunu, yani ortaya çıkan varlık ve hadiselerin maddi sebepler eliyle vücuda geldiğini kabul ettiğimiz zaman; müthiş düzen ve uyumu ve bu müthiş düzen ve uyumun devam etmesini olasılık hesaplarıyla bile izah edilmesi mümkün olmayan kör rastlantısallıklara, şuursuz sebeplere ve akılsız maddeye bağlamış olacağız. Halbuki “doğa yasası” dediğimiz olaylar sadece Allah’ın birer yaratma kanunudur, yani sünnetullah ve âdetullahtır.

BOŞLUKLAR DOLACAK MI?

Varlık hakkındaki malumatımızın artması insanoğlu için boşlukları azaltıyor mu, yoksa daha da mı artırıyor?

Bilim insanlarının sözlerine bakılırsa, bilim ilerledikçe bilmediğimiz ne kadar çok şey olduğunu daha iyi öğreniyoruz. Keşfedilen her bir bilimsel gerçek, beşeriyet için keşfedilmeyi bekleyen alanı daha da büyütüyor. Canlılıkla alakalı malumatımız arttıkça, önceki insanların hayal bile edemeyeceği komplekslikle karşılaşıyoruz. Çağımızda bilmediğimizin farkına vardığımız varlıkların miktarı, önceki insanlara göre çok daha fazla.

İşin ilginç yanı, neyi bilip neyi bilmediğimizin de halen yeterince ayırdında değiliz. Şimdi çok iyi bildiğimizi vehmettiğimiz şeyleri, daha sonra hiç de bilmediğimizin ya da eksik veya yanlış bildiğimizin farkına varıyoruz. Bilimin o günkü açıklamaları belli bir dönemin insanlarını fazlasıyla tatmin ederken, daha sonraki dönemlerde bu açıklamalar bütünüyle ikna edici özelliğini kaybediveriyor.

Son olarak bilimin alanına girmeyen bir çok boşluk olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Mesela ahlakî yargılarımız ve değerlerimiz bilimden ziyade felsefe ve dinin alanına girmektedir. Beşerin yaratılış gayesi, anlam arayışı, varlığın kökeni gibi konulara bilimin vereceği cevaplar yoktur veya sınırlıdır.

YARATICININ VARLIĞINI KABUL ETME BİLİMSEL ÇALIŞMANIN ÖNÜNDE ENGEL MİDİR?

Ateistlerin mevzuyla ilgili diğer bir iddiaları da şudur: Evrendeki varlık ve olayları Yaratıcıya bağladığınız anda, artık onların sebep ve mahiyetlerini araştırmanıza gerek yoktur. Zira bildiğiniz ve anladığınız bir hadiseyi araştırmaya ihtiyaç hissetmezsiniz. Madem her şey Yaratıcının yaratmasıyla vücud buluyor, bu durumda niçin bunlar hakkında araştırma yapalım ki?

Müslümanların en büyük bilimsel keşiflerini yaptıkları asırlarda, dini ilimler de zirvededir. Hatta matematik, astronomi, tıp gibi bilimsel alanlarda eser veren bir çok Müslüman bilim adamının aynı zamanda dini ilimlere dair verdiği eserler de vardır. Onların Kur’an’a bağlılığı, vahyi referans kaynağı olarak kabul etmeleri, Allah’a iman etmeleri hiçbir şekilde bilimsel çalışmalarının önünde engel teşkil etmemiştir. Yani İslâm’ın bilhassa üçüncü, dördüncü ve beşinci asırlarında dinî ve pozitif bilimlerde gözlemlenen olağanüstü canlılık ve dinamizm dinin, bilimsel çalışmalar önünde engel olabileceği şeklindeki iddialara verilmiş en büyük cevaptır. (4) Salt Müslümanlar da değil, son birkaç yüzyıla gelinceye kadar Batı’da yetişmiş en ünlü bilim adamları da dindar birer Hristiyan’dır. Galileo, Kopernik, Kepler, Pascal, Boyle, Newton, Faraday, Mendel, Pasteur, Kelvin, Maxwell gibi tarih boyunca bilime en büyük katkıları yapan bilim insanlarının tamamı Tanrıya inanmışlardır. Üstelik onların bu inançları bilim yapmalarına engel olmamış aksine bu inanç, onların ana ilham kaynağı olmuştur. (5)

Örneğin Bacon’un din-bilim ilişkisine bakışı şudur: “Tanrı bize kendini tanıtmak için iki kitap sunmuştur; kâinat kitabı ve Kutsal Kitap. Kim tam manasıyla yetişmiş olmayı arzu ediyorsa bu iki kitaba birlikte çalışmalıdır.” (6) Kepler ise motivasyon kaynağını şöyle açıklamıştır: “Dış dünyadaki bütün araştırmaların ana amacı, Tanrı’nın bize matematiksel bir dille vahyetmiş olduğu aklî düzeni keşfetmektir. Bu aynı zamanda Tanrı’nın bize yüklediği bir sorumluluktur.” (7)

Demek ki, evrendeki varlık ve hadiseleri yaratan bir Yaratıcının var olduğunu kabul etme, varlık üzerinde araştırma ve bilimsel çalışma yapmanın önünde asla bir engel değildir. “Ateist bir yaklaşımla daha iyi bilim yapılacağı” savı hiçbir tutarlı ve objektif kanıta dayanmaz. Bir cümlenin yazarı olduğunu kabul etmek, dil bilgisi kuralları açısından onu tahlil etmemize, bir sanat eserinin yapanını bilmemiz onu incelememizi mani olmadığı gibi, kâinattaki varlık ve olayların bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmamız da onlar hakkında araştırma yapmamıza engel değildir.

Aksine, Allah'a olan imanı bir mü’mini daha fazla araştırma ve incelemeye sevk eder/etmelidir. Zira Allah, eserleriyle bilinir. Varlıkla alakalı inceleme ve araştırmalar geliştikçe, Allah’ın tecellileri, yaratması ve icraatları hakkında daha detaylı bilgilere ulaşılacak ve marifetullah konusundaki bilgimiz de artacaktır. Kelam alimleri de Allah’ın varlığıyla alakalı bilgi sahibi olma vesilesi olarak “nazar ve istidlali” göstermiş, yani mü’minleri varlık üzerinde düşünmeye, tefekkür etmeye, inceleme ve araştırma yapmaya sevk etmişlerdir. Bu sebepledir ki Allah inancının bilimsel çalışmaların önünde engel olması bir yana, onları teşvik edici bir rolü vardır.

İmanın başka önemli bir yararı da bilim insanlarını hapsoldukları fiziksel alemin dar kalıplarından kurtararak onların önüne çok daha geniş bir dünya açmasıdır. Esas amaçları gerçeği araştırmak ve bulmak olan bilim insanlarının çalışmalarını yalnızca doğa içinde kalarak devam ettirmek zorunda olduklarını düşünmeleri ve kendilerini maddeyle sınırlamaları, daha baştan hakikate indirilmiş büyük bir darbedir. Zira gerçek, maddeyle sınırlandırılamayacak kadar derindir, geniştir. Fizikî dünyanın içinde kalarak gerçeklerin doğru ve bütüncül bir resmini çizebilmek mümkün değildir. Materyalistik ve mekanistik açıklamaların ulaşabileceği bir sınır vardır. Bilim felsefecisi Stephen Meyer’in ifadesiyle söyleyecek olursak, bilim insanının görevi en iyi naturalistik izahın peşinde olmak değil, aksine en iyi izahın peşinde olmaktır. (8)
Son olarak insanın fıtratı gereği sürekli bir anlam ve manevi tatmin arayışında olduğunu hatırlatmak gerekir. Geçtiğimiz yüzyılda dinin toplumdaki gücünü önemli ölçüde yitirmesiyle seküler ideolojiler ve izm’ler bu ihtiyacı karşılamak için alternatif olarak sunuldu. Hatta bilimin kendisi seküler bir din veya kutsal bir dogma hâline getirildi. Fakat böyle bir tablo, insanlık açısından hiç de güzel neticeler ortaya çıkarmadı. Başıboş, amaçsız, ümitsiz ve yapayalnız kalmış fertlerden oluşan ruhsuz toplumlar meydana getirdi. (4)

SON SÖZ YERİNE

Bilim ne kadar gelişirse gelişsin, onun verilerinden yola çıkılarak bir Yaratıcı olmadığı sonucuna varılamaz. Çünkü bir Yaratıcının yokluğu bilimsel olarak ispat edilemez. Kaldı ki, ateistler tersini iddia etse de, biz apaçık bir şekilde görüyor, anlıyor ve bu anlayışın neticesinde öyle iman ediyor ve Kur’an’ın haber vermesiyle çok iyi biliyoruz ki bilim ilerledikçe Allah’ın varlığına ve birliğine daha güçlü şahitlik edecektir.

Son olarak şunu da vurgulayalım ki Allah, sadece boşlukların değil; maddi-manevi, bilinen-bilinmeyen, küçük-büyük bütün varlıkların, sistemlerin, sebeplerin, yasaların, olayların, zaman ve mekânların yaratıcısıdır. Çünkü yasa koyucu olmadan yasa olmaz. Kâtip olmadan yazı açıklanamaz.

DİPNOT:

(5) Emre Dorman. “Din-Bilim İlişkisi: Hangi Din? Hangi Bilim?” s. 230 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/761697


18 Mayıs 2021 Salı

Gezegenimizdeki Hassas Ayarlara Bazı Örnekler

 



“Yer küre her ne kadar göklere nisbeten çok küçüktür; fakat hadsiz İlahi sanat eserlerinin sergi yeri, yansıma yeri, toplanma yeri, merkezi hükmünde olduğundan, kalb cesede karşılık geldiği gibi, yer küre dahi koca, hadsiz göklere karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak karşılık gelir.” (Risale-i Nur Külliyatı, Lem'alar, 12.Lem'a kısmen günümüz Türkçesiyle) (1)

Ağustos 2019 itibariyle güneş sisteminin dışında tespit edilen gezegenlerin sayısı dört bini geçti. (2) Aralarında en fazla ilgi çekenlerden biri Gliese 581d adı verilen gezegendi. Suyun sıvı halde bulunması için uygun sıcaklıkta olabileceği düşünülüyordu. Harvard Üniversitesi’nden gökbilimci Dr. Lisa Kaltenegger ve arkadaşlarının araştırması, Gliese 581d’nin yalnızca tek yüzünün aydınlandığını, diğer yüzünün sürekli karanlık olduğunu, iki yüzü arasındaki sıcaklık farkının çok büyük fırtınalara neden olduğunu gösterdi. Dr. Kaltenegger’in hesaplamaları, yerçekiminin Dünya’nın yerçekiminden yüksek olduğuna, atmosfer basıncının da oldukça fazla olabileceğine işaret etti. Kaltenegger, “orada bir yerden bir yere hareket etmek kesinlikle aşırı zor olurdu, sürekli derin suda gitmek gibi bir şey” diyor. (3)

Dünya, çölün ortasındaki vaha gibi. Ne atmosferinin hemen hemen hepsi karbondioksitten oluşan Venüs gibi ortalama yüzey sıcaklığı 464 derece(4), ne de Mars gibi yaklaşık eksi 63 derece. (5) Mars’taki kum fırtınaları tüm gezegeni kaplayıp haftalarca sürebiliyor (6); Neptün’deki rüzgârların hızı saatte iki bin yüz kilometreye varıyor. (7) Merkür’ün yerçekimi kendi atmosferini tutmaya bile yetmeyecek kadar az… (8) Okyanusları, ormanları, çiçekleri, meyveleriyle çeşit çeşit canlıyı taşıyan harika bir gemi gibi Dünya. İdeal gaz karışımı, zehirsiz atmosferi, yeryüzünde rahat dolaşmamıza izin veren yerçekimi, kozmik ışınlardan koruyan manyetik alanı, ultraviyole ışınlardan koruyan ozon tabakası, ayı, güneşiyle özel bir gezegen.

Dünya’nın yakın komşusu Venüs’e çok defa Dünya’nın ikizi, ya da kardeşi deniliyor. Büyüklükleri, bileşimleri ve yerçekimleri benzer. (4) Ancak Venüs’te insanın sıcaktan kavrulacağı, atmosfer basıncı altında ezileceği, ve oksijensizlikten boğulacağı belirtiliyor. Kendimizi koruyacak teknolojiye sahip olduğumuzu varsayıp gezegenimizin “ikizi” Venüs’e hayali bir yolculuk yapalım… Venüs’e inince önce iyi bir uyku uyumak isteyebilirsiniz. Tabii gün boyunca değil. Çünkü Venüs'te bir gün yaklaşık 6.000 saat sürüyor. Güneşin doğuşunu seyretmek isterseniz söyleyelim, güneş yaklaşık Güneşin doğuşunu seyretmek isterseniz söyleyelim, güneş yaklaşık 243 günde (Dünya günü) bir ve batıdan doğuyor. Çünkü Venüs ters yönde dönüyor. Zaten atmosfer o denli kalın ki, güzel bir güneş doğuşu görmeyi de, geceleri yıldızları görmeyi de beklemeyin. Dünya’dakine benzer güzel mavi bir gökyüzü de yok tabii. Gökyüzünde sülfürik asit bulutları var. (9) Atlamadan şunu da belirtelim, bu gezegende çevreye bakınca her şey turuncu tonlarında görünüyor. (10) Venüs’ün atmosferi o kadar ağır ki, Venüs'ün yüzeyinde olmak dünyada denizin yaklaşık bin metre altında olmak gibi. Atmosfer basıncı, Dünya’daki atmosfer basıncının 92 katı. Ortalama yüzey sıcaklığı 464 derece olan Venüs(4), kurşunu eritecek kadar sıcak… (11)

Dünya atmosferinin üst tabakasında bulunan ozon, canlıları güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından koruyan bir kalkan görevi görüyor.(12)

İngiltere’nin St. Andrews Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sami Mikhail, aşırı sıcağın yalnızca Venüs’ün güneşe daha yakın olmasından değil, hemen hepsi sera gazı CO₂ 'ten oluşan bir atmosferle sarılı olmasından da kaynaklandığını belirtiyor. (13) Dünya’da, CO₂ yanardağ faaliyetleriyle atmosfere karışıyor ve gezegenin sıcak kalmasında rol oynuyor. (14) Fakat Venüs’ün atmosferinde gözlendiği kadar yüksek oranlara ulaşmıyor. Karbon kimyasal tepkimelerle atmosferden yer kabuğuna geçiyor, yer kabuğu da zamanla levha hareketleriyle yer altına çekilip eriyor. (15) Plaka tektoniği olmadan Dünya, Venüs gibi sıcak ve yaşanmaz bir dünya haline gelebilir. (16)

Amerika Birleşik Devletleri Maine Üniversitesi’nden fizik profesörü Neil Comins, “Ya Dünya’nın İki Ayı Olsaydı?” adlı kitabında, “Dünya galaksinin merkezine daha yakın olsaydı?” veya “Dünya’nın eksen eğikliği Uranüs gezegenininki gibi olsaydı?” gibi soruları yanıtladı. Prof. Neil Comins’in eserinde yanıtladığı sorulardan biri de şu: “Yerkabuğu daha kalın olsaydı ne olurdu?” Comins’e göre daha kalın yer kabuğu levha hareketlerinin olmaması, yüzey sıcaklığının daha yüksek olması, kükürt dioksit ve başka zehirlerle dolu yoğun, nemli bir atmosfer demek. (17) Atlamadan şunu da belirtelim, Harvard Üniversitesi’nden Diana Valencia ve meslektaşlarının araştırmasına göre, Dünya birazcık daha küçük ve az kütleli olsaydı, levha hareketleri olmazdı. (18) Prof. Comins, “en yakın komşumuz ayın kütlesi, şimdiki kütlesinin yarısı kadar olsaydı, Dünya çok farklı bir yer olurdu; ayın kütlesi daha az olsaydı, bir gün on beş saat sürebilirdi.” diyor. Cümlelerinin devamında, “kendi etrafında yirmi dört saatte dönen gezegenimiz on beş saatte bir turu tamamlasaydı, sık sık buz devirleri ve daha büyük sıcak hava dalgaları olurdu” diyor. Peki, gezegenimizin hiç ayı olmasaydı? Daha da süratli dönerek gün sekiz saate kadar düşebilirdi. Comins şöyle diyor: “Çok süratli dönüşün sonuçlarını, on saatte bir turu tamamlayan Jüpiter’e bakarak görebiliyoruz. Jüpiter gezegeninde rüzgârın hızı çoğunlukla saatte 160–320 kilometre arasında.” (17)

Dünya’nın dönme ekseninin eğikliği yaklaşık 23,5 derece olarak dengede. (19) Eksen eğikliğinin dengeli olması büyük iklim değişimlerinin meydana gelmemesi açısından önemli. (20) Amerika Birleşik Devletleri'nin Georgia Teknoloji Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Gongjie Li, Mars’ın eksen eğikliğinin 0 ile 60 derece arasında değiştiğini belirtiyor ve bu değişkenliğin Mars’ın yüzey sularının buharlaşmasına katkı sağlamış olabileceğini ifade ediyor. (21) Peki Dünya'nın ekseni eğik olmasaydı ne olurdu? Bu eğiklik olmasaydı güneş ışınları sene boyunca ekvatorda yere dik gelir, 45 derece paralelinde yere her gün 45 derecelik açıyla gelirdi. (22) Kuzey ve Güney Kutbu’nda güneş hiç ufkun üstüne çıkmazdı. Mevsimler senenin hangi zamanında olduğumuza göre değil, Dünya’nın hangi paralelinde bulunduğumuza göre belirlenirdi. (23) Nitekim Uranüs'ün eksen eğikliği yaklaşık 90 derecedir. (24) Dünya’nın dönme ekseni, Uranüs'ünki gibi olsaydı, kuzey yarımkürede yaz mevsiminin ardından altı ay kış olur, güneş tüm kuzey yarımkürede batar ve bir daha altı ay boyunca doğmazdı. (23)

(1) https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/on-ikinci-lema/124

(2) https://www.bbc.com/turkce/haberler-47684627

(3) https://www.researchgate.net/publication/231763508_Super-Earths_and_life-A_fascinating_puzzle_Example_GJ_581d

(4) https://tr.wikipedia.org/wiki/Ven%C3%BCs

(5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mars

(6) http://batmans.dyndns.info:83/sizin_icin/gunes_ve_sistemi/marsdosyasi.html

(7) https://tr.wikipedia.org/wiki/Nept%C3%BCn

(8) https://khosann.com/dunya-atmosferi-plazma-damlaciklariyla-sizinti-yapiyor/

(9) https://shiftdelete.net/venuste-bir-gun-bir-yildan-uzun-suruyor

(10) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gezegenlerin-renkleri-neden-birbirinden-farklidir

(11) https://khosann.com/mars-ve-venusu-dunyalastirmak-icin-5-yol/

(12) https://ozonosfer.nedir.org/

(13) https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0031920116301418?via%3Dihub

(14) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/insanlar-mi-yoksa-yanardaglar-mi-daha-fazla-karbondioksit-salimina-sebep-olur

(15) https://www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya-haberleri/levhalarin-gucu.html

(16) http://www.bbc.com/earth/story/20170111-the-unexpected-ingredient-necessary-for-life

(17) https://365book.digital/books/452177977/what-if-the-earth-had-two-moons.html

(18) https://www.researchgate.net/publication/262984156_Habitable_Planets_Interior_Dynamics_and_Long-Term_Evolution

(19) https://www.spacecampturkey.com/sonbahar-ekinoksu

(20) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/dunyanin-iklim-dinamikleri

(21) http://www.astronomidiyari.com/yazi/dunya-benzeri-gezegenler-dunyaya-gercekten-benziyor/

(22) https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/ekinoks-nedir

(23) https://www.diyadinnet.com/bilgi-1752-eksen-egikligi-olmasaydi-ne-olurdu

(24) https://www.bilgiyazar.net/uranusun-eksen-egikligi/#:~:text=Ters%20hareket%20eden%20gezegenlerden%20birisi,bir%20%C5%9Fekilde%20kendi%20etraf%C4%B1nda%20d%C3%B6nmektedir.

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...