30 Ağustos 2021 Pazartesi

AYETLER IŞIĞINDA MÜSLÜMAN OLMAYANLARLA DOSTLUK

  


Âyetlerin Yorum ve Tefsir Metodu

Kur’ân’daki her bir sure ve ayetin öncesi ve sonrasıyla sıkı bir ilişkisi vardır. Bu yüzden ayetler, bağlam bütünlüğü içinde anlamlandırılmalı ve parçacı yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Kur’ân’ın herhangi bir yerinden bağlamından koparılarak alınan bir ayetle isabetli bir hükme ve neticeye ulaşmak mümkün değildir. (1)

Kur’ân’ın her bir ayetinin, lafız ve tabirinin delalet ettiği derin mana tabakaları vardır. Yüzeysel bakışların veya sadece lafza takılıp kalanların bu manalara açılması mümkün değildir. Yapılması lazım gelen şey, ayetlerin asıl maksatlarına inmeye çalışmaktır. Bunun için de Arapça gramer kurallarının, belagat kaidelerinin, edebî sanatların, tefsir metodunun bilinmesi gerekir.

Yine âyetlerin, dinin genel hedefleri ve külli ilkeleri içinde anlaşılması; sebeb-i nüzullerin ve âyetlerin nazil olduğu dönemin sosyopolitik özelliklerinin bilinmesi; Allah Resûlü’nün tatbik ve yorumlarına vâkıf olunması; ulemanın getirmiş olduğu tefsir ve izahların bilinmesi de âyetlerin doğru anlaşılması adına oldukça önemlidir.

Veli Kelimesinin Manası

Birçok ayette Müslüman olmayanların veli edinilmesi yasaklanmıştır. Ne yazık ki birçok mealde bu sözcük “dost” olarak çevrildiği için yanlış anlaşılmaktadır. Oysaki “veli” ve “velayet” kelimeleri Arapça dilinde oldukça farklı ve geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Dost edinme bu anlamlardan sadece birisidir. Elmalılı Hamdi Yazır bu sözcüğü “tefviz-i umurda bulunma” olarak izah etmiştir ki bu oldukça ehemmiyetlidir. Bunun anlamı işlerini bir başkasına bırakma, tamamıyla ona itimat etme, onu koruyucu ve yönetici edinme demektir.

Yani burada yasaklanan mevzu alışveriş ve ticaret yapma, ziyaret etme, iyilik yapma, birlikte çalışma gibi beşeri münasebetler değildir. Yine veli edinme yasağı, arkadaşlık, komşuluk ve akrabalık münasebetlerini sürdürmeye de mani değildir. Aksine burada siyasi ve stratejik ilişkiler ele alınmakta ve mü’minlerin sırtlarını başkalarına yaslamaları, iplerini tamamıyla onların ellerine vermeleri, tasarruf yetkilerini onlara devretmeleri yasaklanmakta; mü’minler dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı ihtiyatlı ve tedbirli olmaya çağrılmaktadır.

Mü’minlerin sırlarını başkalarına ifşa etme ve onların arkasından entrikalar çeviren düşmanlara destek olma, mü’minlere zarar verecek şekilde onlarla siyasi ve askeri ittifaka girme gibi fiilleri de bu çerçevede düşünebiliriz. Özetle mü’minler, İslam’a ve İslam toplumuna zarar verecek bir kısım ilişkiler içine girmekten menedilmişlerdir.

Yine diğer ayetlerde tercih buyurulan “bitane” ve “velîce” sözcükleri de sıradan bir arkadaşlıktan çok daha derin bir muhabbeti ve ilişkiyi ifade eden sözcüklerdir. Bu sözcükler kalpten bağlılığı, aradan su sızmayacak derecede aşırı yakınlığı ifade eder. Üstelik bu kelimelerde gönülden bağlanılan kimsenin hayat tarzını benimseme, ona yaranmaya çalışma, onu işlerinin iç yüzüne ve sırlarına muttali kılma ve çıkarların çatışması durumunda onu tercih etme manaları da mevcuttur. Bu tarz durumlardaysa başkalarına benzeme, onları örnek alma, asimile olma, kimliği kaybetme, küfre rıza gösterme gibi riskler söz konusudur. Peygamberimizin şu hadisi de bunu hatırlatır: “Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde her biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine baksın.” (2)

Birkaç ayette “mü’minleri bırakıp” ifadesinin bulunması, “kâfirlerin birbirlerinin velileri olduğunun” beyan buyurulması ve birçok ayette mü’minlerin asıl velilerinin Allah’ın, Resûlü’nün ve mü’minlerin olduğunun vurgulanması da oldukça önemlidir. 

Dost Edinilmesi Yasaklananlar

Ayrıca bir kısım ayetlerde dost edinilmemesi lazım gelen bireyler olarak mutlak anlamda Ehl-i Kitap ve kafirler beyan buyurulmuş olsa da bu lafızlar teknik ifadeyle “amm” değil, “mutlaktır”. Dolayısıyla her ne kadar bu ayetlerin sübutu kati olsa da delaleti kati değildir. Yani tüm zamanlarda ve coğrafyalarda yaşayan gayrimüslimleri içine almaz; bilakis onların içinden belirli vasıflara sahip olan kişilere mahsustur. Dolayısıyla Müslüman olmayanların tamamını aynı kefeye koyup hepsine aynı şekilde davranmak yanlış olur. Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okuyup duranlar vardır; bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanır, kötülükten meneder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir. (3) ayetleri de onların tamamının aynı olmadığını gösterir.

Bu durumda ayetlerde dost edinilmesi yasaklanan gayrimüslimler kimlerdir? Esasında ayetlerin bir kısmında söz konusu kimselerin vasıfları ayrıntılı olarak zikredilmiştir. Bunların bazı ayırıcı vasıfları şunlardır: Allah’a ve mü’minlere düşmanlık yapmaları, dinlerinden ötürü mü’minlerle savaşmaları, onları yurtlarından çıkarmaları veya buna yardım etmeleri, ikiyüzlülük yaparak mü’minleri aldatmaları, mü’minlerlere zarar vermek için sürekli fırsat kollamaları, mü’minleri dinlerinden uzaklaştırmak için gayret etmeleri, İslam’ı alay ve eğlence konusu yapmaları.

Zaten şu âyet de bu gibi olumsuz sıfatlara sahip olmayan gayrimüslimlerle iyi geçinilmesi lazım geldiğini açıkça beyan buyurmaktadır: Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever. (4)

Âyet-i kerimede Ehl-i Kitabın yiyeceklerinin (boğazladıkları hayvanların) ve onların kadınlarıyla evlenmenin mü’minlere helal kılındığının belirtilmesi de (5) bu yasağın bütün gayrimüslimleri içine almadığını göstermektedir. Çünkü pek tabiidir ki bir insan evlendiği eşini sevecek ve onunla güzel ilişkiler kuracaktır.

Zaten Peygamberimiz (s.a.s) de Necran Hristiyanlarını Mescid-i Nebevi’de ağırlamış, gayrimüslimlerin hasta ziyaretine gitmiş, bir Yahudi’nin davetine icabet ederek onun ikram ettiği koyundan yemiş, gayrimüslimlerle ticaret ilişkisine girmiştir. Peygamberimizin Yahudi ve müşriklerle birlikte yaşamak için imzaladığı Medine Sözleşmesi, Mekke döneminde eziyet gören Müslümanları Hristiyan yönetiminde olan Habeşistan’a göndermesi, müşriklerle yaptığı Hudeybiye sulhu, gayrimüslim kabilelere gönderdiği heyetler ve mektuplar, onlardan gelen hediyeleri kabul etmesi, ihtiyaç duyduklarında onlara malî yardımda bulunması gibi onlarla beşerî ilişkilerde bulunduğuna dair daha pek çok misal zikretmek mümkündür.

Peygamberimiz (s.a.s) kendisi kafir ve müşriklerle salt küfür ve şirklerinden ötürü alakasını kesmediği gibi başkalarından da böyle bir talep ve istekte bulunmamıştır. Örneğin bir keresinde Hz. Esma henüz Müslüman olmayan annesi ziyaretine geldiğinde Peygamberimize onunla görüşüp görüşemeyeceğini sormuş ve şu cevabı almıştır: “Evet, hem de akrabalık ilişkilerini gözet ve ona iyi davran.” (6)

Yasağın İllet ve Sebebi

Diğer taraftan,  Hüküm, müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikākı, illet-i hüküm gösterir. (Eğer dinî bir hüküm, türemiş bir sözcük üzerine bina edilirse o sözcüğün türediği kök, hükmün illetine işaret eder).” şeklindeki usul kaidesi (7) gayrimüslimlere dair getirilen yasakların mutlak olmadığını gösterir.

Dolayısıyla ayetteki yasak, Yahudi ve Hristiyanları Yahudilik ve Hristiyanlıklarında, kafirleri küfründe, münafıkları da nifaklarında dost edinmeyin anlamına gelir. Bu durumda güzel olan diğer fiilleri nedeniyle bu tarz bireylerle münasebete geçmek ve onlarla dostluk kurmak mubah olur. Yani bu bireylerin doktorluk, mühendislik, mucitlik, yöneticilik ve benzeri direkt olarak dinlerine ait olmayan sıfatları sevilebilir, bunlardan yararlanılabilir. Zira yukarıdaki usul kuralı gereğince bu gibi nitelikler yasaklamanın dışında kalmış olur.

Zamanın Tefsiri

Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamalarıyla konunun farklı bir boyutuna dikkat çeker: “Zaman-ı Saadet’te, büyük bir dini inkılap meydana geldi. Bütün zihinleri din noktasına çevirdiğinden, bütün dostluk ve düşmanlığı o noktada toplayıp dostluk ve düşmanlık ederlerdi. Onun için gayrimüslimlere olan dostluktan nifak kokusu geliyordu. Lakin, şimdi alemdeki medeni ve dünyevi bir inkılaptır. Bütün zihinleri zapt ve bütün akılları meşgul eden medeniyet noktası, ilerlemeye ve dünyadır. Zaten onların büyük çoğunluğu da dinlerine o kadar bağlı değillerdir. Dolayısıyla onlarla dost olmamız, medeniyet ve ilerlemelerini beğenmekle iktibas etmektir. Ve her dünyevi mutluluğun esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, katiyen Kurani yasağa dahil değildir.” (8)

Ayetleri nazil olduğu zamanın sosyopolitik koşullarına göre anlamaya ve çağımızın sosyal realitesine göre yorumlamaya çalışmanın doğrudan tarihselcilikle bir ilgisi olmadığını da burada belirtmekte fayda var.

Tabii ki Müslümanlar, İslam’ı boğmak için fırsat bekleyen düşmanlara yardım etmemeli, destek olmamalı ve onlarla samimi dostluk ilişkilerine girmemelidirler. Fakat bu tarz ayetlerden yola çıkarak Müslüman olmayan herkesi “düşman” ilan etmek, Müslümanların kendi idam fermanlarına imza atmaları demektir.

Her geçen gün küreselleşen, toplumun her alanında çoğulculuğun hâkim olmaya başladığı, İslam’ın maalesef şiddet ve terörle özdeşleştirildiği, İslamofobi'nin sürekli tırmandığı/tırmandırıldığı bir dünyada bu tür katı ve radikal tavırlar, İslam’a ve Müslümanlara çok ciddi zarar verecektir. Ruhu sevgi ve barış olan İslam’ın yanlış anlaşılmasına neden olacaktır. Müslümanlarla alakalı doğru olmayan algıları daha da pekiştirecek, İslam aleyhine propaganda yapan bazı odaklara da malzeme verecektir.

Geçmiş asırlarda devletler arası ilişkiler savaş kurallarına göre belirleniyordu. Savaşların gerisindeki en önemli motivasyon kaynağını da din oluşturuyordu. Tüm dünya darulharb ve darulislam şeklinde ikiye ayrılmıştı. Din, devlet ve siyasetle iç içeydi. Yaşama anlam katan, tercihleri kanalize eden neredeyse tek değer dindi.

Tabii ki yukarıda zikredilen bu Kur’ânî düsturlar, İslam aleyhine entrikalar çeviren, Müslümanlara düşmanlık yapan kötü niyetli kimselere karşı her zaman geçerlidir. Ama  mü'minlerin içine kapanması ve Müslüman olmayan dış dünyadan soyutlanması da hiçbir şekilde İslam’ın bir emri olamaz. Aksine bu tarz yaklaşımlar İslam’ın ve zamanın ruhundan uzak kalmanın birer neticesidir.

Değişik din ve kültürlerden bireylerle iç içe yaşamak durumunda kalan günümüz Müslümanları, mutlaka İslam’ın şefkat, adalet, cömertlik, güvenilirlik, dürüstlük gibi değerlerini temsil etmeli, dünyanın daha huzurlu ve yaşanılabilir bir yer haline gelmesi ve insanlığın ortak problemlerinin halledilebilmesi adına farklı din mensuplarıyla irtibata geçmeye hazır olmalıdırlar.

DİPNOT:

(1) Recep DEMİR, BAĞLAMINDAN KOPUK KUR’ÂN OKUMALARININ SERENCAMI, DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 20 SAYI 2 s. 573 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1179744
(2) Ebu Davud, Edeb 19 https://sunnah.com/abudawud:4833
(3) Al-i İmran, 3/113-114 Diyanet İşleri Meali (Eski) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=3&ayet=113
(4) Mümtehine, 60/8 Diyanet İşleri Meali (Eski) https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=60&ayet=8
(6) Buhari, Edeb 8 https://sunnah.com/bukhari:5979
(7) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Münazarat, s.30 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/munazarat/30 
(8) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Münazarat, s.31 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/munazarat/31

27 Ağustos 2021 Cuma

KURBAN VAHŞET MİDİR?

 

Başlıktaki soruyu doğru cevaplayabilmek için önce kurban ve vahşetin ne olduğuna bakalım:

Kurban, ibadet maksadıyla İslami usullere uygun olarak hayvanın boğazlanmasıdır.

Vahşetin ise, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre birinci anlamı yabani, vahşi olma durumudur. (1) Vahşi yaşamda ne ibadet maksadıyla ne de ibadet maksadı olmaksızın İslami usullere uygun bir hayvan boğazlama fiiline rastlanmaz. Zaten vahşi yaşamda görülen hayvan öldürme şekilleri ile öldürülen hayvanlar İslami usule aykırı öldürüldükleri için bu şekilde öldürülen hayvanın eti de yenilmez. Demek ki vahşetin birinci anlamına göre kurbanın vahşet olduğu iddia edilemez.

Vahşetin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ikinci anlamı korku, ürküntü demektir. (1) İslami olarak hayvan, kesim yerine incitilmeden götürülür. Yine İslam'a göre kurbanı kesen kimse hayvana eziyet vermemeye dikkat etmeli, bıçağı hayvana göstermemeli ve keskin bıçak kullanmalıdır ve kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. (2) Görüldüğü üzere ne insana ne de hayvana bakan yönüyle kurban kesiminde korku öğesi bulunmamaktadır. Ama yine de kendisini kan tutması vs gibi özel halleri bulunan insanların da zaten kesime şahit olması şart değildir.

Vahşetin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre üçüncü ve son anlamı ise ıssızlık, yalnızlıktır. (1) Kurbanın bu anlam ile de alakası olmadığı açıktır.

Bazen kurban bayramında çok sayıda hayvan kesilmesi eleştiri konusu yapılmaktadır. Oysaki Kurban bayramı öncesi ve sonrasında bir müddet dışarıdan et alımının azaldığını düşünürsek totalde kesilen hayvan sayısının kurban bayramı olmasa da pek değişmeyeceği ortaya çıkar. Kurban bayramı sayesinde bari fakirlerin evine et girmiş oluyor. Dolayısıyla İslam'ı kurban bayramından dolayı eleştirmek hiç mantıklı değil.

Hayvanların ölmesi eleştiri konusu yapılıyorsa eleştiren kişi et yiyen biriyse kendi keyfi için kesilen hayvanı afiyetle yerken, insanların bir kısmını da fakirlere dağıttığı et için hayvan kesilmesine sırf ibadet olduğu için karşı çıkması ve eleştirmesi hiç etik değildir.


Eğer et yemiyorsa en azından mutlaka ot yiyordur. Maddeci bakışa göre hayvanla bitki arasında hiçbir fark yoktur. Ha biri öldürülmüş ha diğeri fark etmez. (3) Maddeci olmayan bakışa göre ise hayvanlar ve bitkiler insan bedenine girerek insanlaşmakta ve daha üst varlık mertebesine ulaşmaktadırlar ve bunun da vahşetle alakası yoktur.

Eğer hayvanların acı çekmesi eleştiri konusu yapılıyorsa mevcut bilimsel verilere göre en az acı, İslami usul kesim (2) olan boğazın iki tarafındaki şah damarları, yem ve yemek borusundan en az üçü kesilmesi ve hayvanın kanının iyice akmasını temin için bir süre beklenmesi şeklindeki kesimde görülür.

Hannover Üniversitesi (Almanya) Veteriner Fakültesi’nde Profesör Wilhelm Schulze başkanlığında bir heyet tarafından, koyun ve sığırların piston tabancasıyla bayıltılarak ve bayıltılmadan kesilmesi esnasında oluşacak ağrının EEG (elektroensefalograf) ile kalpteki değişimlerinde ECG (elektrokardiyogram) ile ölçümüne dayalı bilimsel bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırmada beynin üstündeki kafatası yüzeyine elektrotlar yerleştirilmiştir. Bazı hayvanlar, keskin bir bıçakla hızlı bir şekilde boğaz bölgesinden yemek borusu, soluk borusu, jugular ve karatoid arterler de dâhil omuriliğe kadar kesilmiştir. Neticede bayıltmadan bıçakla kesimin daha az ağrılı olduğu tespit edilmiştir. Diğer hayvanlar ise, bayıltmayı müteakip kesilmiştir. Bayıltmadan kesim işlemini müteakip ilk üç saniye içerisinde EEG kayıtlarına göre bir değişikliğin olmadığı, yani hayvanın hissedilebilir bir ağrı çekmediği, bunu takip eden üç saniye içerisinde ise, EEG kayıtlarından, vücuttan fazla miktarda kanın dışarı akması ve beyindeki hayatî damarlara giden kan miktarının azalmasına bağlı şokun ve duyu kaybının hâkim olduğu izlenmiştir. Kesim işlemini müteakip altı saniye sonra ise, EEG’nin sıfır seviyesine indiği, yani hayvanın hiç ağrı çekmediği tespit edilmiştir. Tabanca ile bayıltma işleminde hayvanlar net bir hissizlik ve hareketsizlik sergilerken, EEG kayıtlarından bayıltmayı müteakip süratli bir şekilde şiddetli bir ağrının varlığı tespit edilmiştir. (4)

Diğer kesim yöntemlerini kısaca incelersek:

Elektrikle Bayıltma (Elektro-şok)

Bu metodun uygulandığı hayvanların çeşitli bölgelerinde kanamalar gözlenebilmekte ve bu da etin kalitesini düşürmekte, yükselen kan basıncıyla birlikte kesim sırasında bazı damarlar yırtılarak kan doku içerisine yayılabilmekte, kalça ve kürek kemiklerinde kırıklar görülebilmekte ve akımın yüksek olmasına göre verilen elektrik kalbin durmasına ve ölüme sebep olabilmektedir. (5)

Tabancayla Bayıltma

Bu yöntemde tabancanın ucundaki 15 cm uzunluğunda demir bir çubuk aniden hayvanın alnından içeriye girip beyin dokusunu tahrip eder ve bu nedenle hayvan geri dönüşümsüz olarak bayılır. Hayvan, boğazı kesilse de kesilmese de ölüme doğru giden bir şok durumuna girmiştir.

Yapılan araştırmalarda, bu yöntemin kanamalara neden olduğu, adrenalin miktarını artırdığı, ette kalite bozukluklarına rastlandığı ve Deli Dana Hastalığının hayvanlardan insanlara bulaşmasında etkili olabileceği ifade edilmiştir. (6) Hatta İngiltere'de bu metod Deli Dana Hastalığı riski sebebiyle 2001 yılının Ocak ayında yasaklanmıştır. (7)

Gazla Bayıltma

Karbondioksit gazı ile bayıltma yöntemi de oldukça masraflı ve hayvanların gaza dayanıklılıklarının farklı oluşu sebebiyle tercih edilen bir yöntem değildir. Hayvanların bayıltma tünellerine alınmaları sırasında ve CO2 oranı yüksek havayı solumaları anında kateşölaminlerin kana salınmasını arttırması sonucu strese girmeleri de önemli bir dezavantaj olarak belirtilmiştir. (6)

Alına tokmak (balyoz) ile vurmak sureti ile bayıltma

Bu metotta hayvanın alnına bir tokmakla vurulmakta ve hayvan bayıltıldıktan sonra boğazlanarak boyun damarları kesilmektedir. Genelde alında bir kırık oluşmaz. Ancak beyinde geniş kanamalara rastlanılmaktadır. Bahse konu metotla bayıltmada bilinç kaybı çok kısa sürdüğünden 12 saniye içinde hayvan boğazlanmalıdır. Eskiden Avrupa’da kullanılan söz konusu yöntem, bazı hayvanların kafatasları kalın olması hasebiyle veya yanlış bir uygulamada kafatasının sadece kırılmasından dolayı bayıltma gerçekleşmediği için hayvanın çok büyük acılar çekmesi sebebiyle günümüzde pek tercih edilmemekte birlikte Amerika’daki bazı mezbahalarda hala kullanılmaktadır. (6)

Sonuç olarak, İslâmi usul kesim, hem kanın daha hızlı ve daha çok boşalması hem de hayvanın en az acı çekmesi yönünden en başarılı yöntemdir ve kurban kesinlikle bir vahşet değildir.

DİPNOT:

(4) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 454 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf
(5) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 450 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf
(6) Prof. Dr. Adnan KOŞUM, HAYVAN REFAHI BAĞLAMINDA FIKIHTA HAYVAN KESİMİ, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 30, 2017, s. 448-449 http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2017_30/2017_30_KOSUMA.pdf

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...