21 Eylül 2021 Salı

BUNLAR DA MUTASYONLA MI OLDU: İNSANDAKİ MUCİZEVİ KORUYUCU SIVILAR

 

Bebekler harika bir cilt kremine bulanmış olarak dünyaya geliyorlar. Bu, ismi verniks olan, beyaz, peynirimsi bir madde. 

Anne rahminde uzun süre amniyotik sıvı içinde kalan bebeğin derisini muhafaza eden verniks, doğumdan sonra da bebeğin cildini nemli tutuyor, enfeksiyonlara karşı koruyor. (1) Dr. Vischer, yüzde 80 civarında su, yüzde 10 protein ve yüzde 10 lipitten oluşan vernikste bulunan skualen adlı molekülün süper-nemlendirici özelliği olduğunu belirtiyor. Vischer ve arkadaşlarının uzun yıllar süren çalışmalarına göre verniksin yara iyileştirici, temizleyici ve antioksidan özellikleri de var. (2) Hollanda’nın Leiden Üniversitesi’nden Prof. Joke Bouwstra ülseri dahi iyileştirdiğini söylüyor. (3)
Amerika Birleşik Devletleri'nin Maryland Üniversitesi’nden Prof. Mary Ann Jabra-Rizk ve meslektaşları, Plos Pathogens’de yayımlanan makalelerinde insan tükürüğünün birçok antimikrobiyal bileşik içerdiğini belirtiyor ve yara iyileştirici özelliğinden  söz ediyorlar. (4) (İnsanın aklına Hz. Peygamber'in yaralara tükürüğünü sürdüğünü nakleden hadisler geliyor.) Tükürükteki çok sayıdaki antimantardan biri histatin-5 isimli protein. Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bilim inanlarının 2018’de yayımlanan çalışmarına göre, ishale neden olabilen E. coli bakterilerinin ince bağırsağa bağlanma mekanizmalarını etkileyerek bağırsağı enfeksiyondan koruyor. (5)

Tükürük, anne sütü, gözyaşı gibi vücut salgılarında bulunan lizozim de bakterilerin hücre duvarlarına zarar verip çoğalmalarını önlüyor. (6) Gözyaşındaki ve sütteki laktoferrin ise, bakterilerin kümeleşmelerini ve pek çok kronik rahatsızlığın sebebi olan biyofilmleri meydana getirmelerini engelliyor. (7)
Her göz kırpışımızda tazelenen gözümüzü kaplayan gözyaşı, üç ayrı katmandan oluşuyor: Yüzeyde yağlı bir tabaka, ortada farklı proteinler ihtiva eden tuzlu su, iç kısımda ise gözyaşının göze eşit şekilde yayılmasını sağlayan sümüksü bir tabaka var. Yağlı tabakada oleamide isimli maddeyi bulan Ohio Üniversitesi’nden Dr. Kelly Nichols oleamide yahut yağlı bileşenlerden herhangi birinin yetersiz miktarda veya gereğinden fazla olması durumunda yağlı tabakanın nemi hapsetme özelliğini kaybedebileceğini söylüyor. Batma ve yanma duygusuna neden olan göz kuruluğunun insana vereceği rahatsızlık bir yana, gözün mikroskobik boyutta zarar görmesiyle görüş de bozulması da söz konusu. (8)
Canımız acımadan attığımız her adımda ya da kolumuzu kolayca her hareket ettirişimizde bir başka koruyucu sıvının rolü var. Diz, dirsek, omuz ve benzeri kemiklerin birleştiği eklem yerlerinde kemiklerimizin uçları kaygan kıkırdakla sarılı, çevreleri de kıkırdağı “yağlayan” kıvamlı bir sıvıyla dolu. Kıkırdağın aşınmasıyla kemik uçları birbirine sürtse acı, şişlik ve hareket kaybı yaşanabilir. Eklem sıvısındaki lubrisin isimli proteinin kıkırdağın korunmasında önemli rolü olduğu tespit edilmiştir. Lubrisin ihtiva etmeyen sıvı elastikliğini kaybedip kıkırdağı koruyamaz. Şunu da vurgulayalım, eklem hareketleri arttıkça eklem sıvısının elastikliği de artıyor.
Beyin omurilik sıvısı, yastık gibi 
beyni darbe ve sarsıntılara karşı koruyor; ama tek fonksiyonu bu değil. Beyin omurilik sıvısı beyni çevrelediği için beyin onun içinde yüzer. Böylece olduğundan çok daha hafif hissedilir ve yukarıdan aşağıya bir basınç oluşmaz. Eğer böyle olmasaydı beynin alt bölgeleri üstündeki dokunun ağırlığını taşıyacak ve kan damarları çok kolay tıkanıp beyin ölümüne yol açacaktı. (9) Bu sıvının ilginç bir görevi daha var: Beyni yıkıyor!

İnsan beyni, vücudun toplam enerjisinin yüzde 20 – 25’ini tüketiyor. (10) Bu süreçte çok miktarda protein atık, biyolojik çöp de üretiliyor. Atıkların hücrelerin içinde yahut etrafında birikmesi beyin sinyallerinin iletilmesini engelleyebiliyor. Rochester Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Prof. Maiken Nedergaard ve arkadaşlarının ünlü akademik dergi Science’da yayımlanan araştırmaları, uyku sırasında farelerin beyin hücrelerinin çevresindeki alanın yüzde altmıştan fazla genişlediğini ve beyin omurilik sıvısının hücreler arasında hızla akarak biriken atıkları giderdiğini gösterdi. Uyanık olduklarında ise akış çok yavaştı. (11)

“Hem hayat, kainatın idaresinde hüküm süren rızık, rahmet, inayet ve hikmeti içeriyor. Güya hayat onları arkasına takıp girdiği yere çekiyor. Mesela hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit Hakim ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını güzelce yapıp düzene koyar. Aynı halde Kerim ismi de tecelli edip meskenini ihtiyaçlarına göre düzenleyip süsler. Yine aynı halde Rahim isminin cilvesi görünüyor ki, hayatın devamı ve kemali için türlü türlü ihsanlarda, lütuflarda bulunur. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki, hayatın devamı ve gelişip açığa çıkması için gereken maddi, manevi gıdaları yetiştirir ve kısmen bedende depolar. Demek hayat bir odak noktası hükmündedir; çeşitli sıfatlar onda birbiri içine girer, belki birbirinin aynı olur. Adeta hayat tamamıyla hem ilimdir, hem kudrettir, aynı zamanda hikmet ve rahmettir ve hakeza… ” (12)
(12) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 33. Söz, 23. Pencere s. 921 https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/otuz-ucuncu-soz/921

17 Eylül 2021 Cuma

İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİK ÖRNEKLERİ: HAYVANLARIN SİLAHLARI

  Öncelikle detaylarını şu yazımızda bulabileceğiniz (1) indirgenemez komplekslik hakkında kısa bilgiler vererek yazıya başlayalım:


İndirgenemez karmaşıklık (irreducible complexity) kavramı mikrobiyolog Michael Behe ile ön plana çıkmıştır.

Prof. Michael J. Behe indirgenemez karmaşıklığı bir makalesinde şöyle tanımlamıştır:

İndirgenemez karmaşıklıkla söylemek istediğim birçok etkileşimli parçadan oluşan, temel bir görevi yerine getiren ya da katkıda bulunan tek bir sistemdir. Bu tür bir sistem, tedricen, küçük, başarılı öncü değişikliklerle üretilemez. “Çünkü doğal seçilim işleyen bir görevi seçmeye dayanır. Bir indirgenemez karmaşık sistemin, eğer böyle bir şey varsa, doğal seçilim için tam bir bütün olarak çalışır halde aniden oluşması gereklidir” (2)

Behe, bu durumu fare kapanıyla örneklendirir. Behe'ye göre tahta platform, yay, yakalayıcı, metal çubuk ve benzeri kısımlardan oluşan fare kapanının işlevsel olabilmesi için bütün bu parçaların eksiksiz olarak bir arada bulunması ve uyumlu bir şekilde birbirine monte edilmiş olması gerekir. Bunlardan birinin bile eksik olması durumunda kapan çalışmaz. (3)

Behe’ye göre hücre ve hücrenin içindeki biyolojik sistemler/moleküler makineler insan eliyle yapılmış sistemlere oranla çok daha kompleks yapılardır. Bunların görev ve fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için sistemi oluşturan bütün parçalarının eksiksiz bir şekilde aynı anda mevcut olmaları, sırasıyla ve doğru bir şekilde bir araya gelmeleri gerekir.

Behe, moleküler sistemlerin nasıl basitleştirilemez ve eksiltilemez karmaşık yapılar olduğunu, dolayısıyla evrimleşerek oluşamayacaklarını hücredeki tüycükler, bakteri kamçısı ve kanın pıhtılaşması gibi somut örnekler üzerinden detaylı bir şekilde izah eder.

Moleküler biyoloji alanındaki keşifler vesilesiyle hücrenin yapısı aydınlatıldıkça bilim insanları, daha önce hayal bile edemeyecekleri nasıl karmaşık ve muhteşem bir sistemle karşı karşıya olduklarını daha iyi anlıyorlar. Çünkü stoplazmasındaki organellerin her biri ayrı birer moleküler makine olan hücre, nakil sistemleri, üretim hatları, enerji santralleri, rafineleri, genetik bilgi bankası ve savunma mekanizmalarıyla en büyük şehirlerden bile daha kompleks bir yapıya sahiptir. İçerisinde saniyede üç bin kimyevi reaksiyon meydana gelir. (4) Böyle kompleks bir sistemin düzen ve uyumunun bozulmadan uzun bir süre zarfında farklı parçaların kademe kademe bir araya gelmesiyle oluşabileceğini hayal etmek dahi zordur.

İndirgenemez karmaşıklık yalnızca hücre seviyesinde değerlendirilecek bir mesele değildir; gözün yapısından, midenin gıdaları sindirme faaliyetine, kalbin kan pompalamasından böbreklerin kanı süzmesine, dolaşım sisteminden solunum sistemine kadar bütün doku, organ ve sistemleri aynı şekilde kompleks birer biyolojik makine olarak görebiliriz.

Çağımızda birçok bilim insanının çalışmalarıyla, hücredeki en ufak biyolojik makinelerin dahi evrimleşerek rastlantısal olarak oluşamayacağı ortaya konulmuştur. Michael Behe, dünya kütüphanelerinin katalogları ve bilgisayar arşivleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, kompleks biyokimyasal sistemlerin evrimleşme sonucu ne şekilde meydana geldiğini izah eden herhangi bir eser ve çalışmaya denk gelmediğini ifade etmiştir. (5)

İşte indirgenemez kompleksliklerden biri de hayvanların silahlarıdır.

Örneğin bazı karidesler (Alpheidae) kocaman bir boks eldivenine benzeyen kıskaçlarıyla avlanıyor, ama avlarına temas etmeden, uzaktan “nakavt ediyorlar.” Özel yapılı büyük kıskaçları hızla kapanırken aradan hızı saatte neredeyse 100 kilometreye varan bir su jeti fışkırıyor. Su jetinin arkasında meydana gelen büyük kabarcığın şiddetle patlaması şok dalgası oluşturuyor; karidesin yiyebileceği canlıları sersemletiyor ya da öldürüyor. Kabarcıkların patlama sesi o denli fazla ki, parmak kadar karidesler bir araya geldiklerinde denizaltıların sonar kullanımını etkiliyorlar. (6)

Bu karideslerle alakalı ayrıntılı çalışmalar yapan Hollanda Twente Üniversitesi akademisyenlerinden Dr Michel Versluis, kabarcığın içinde sıcaklığın anlık olarak 4000 dereceyi aştığını, güneşin yϋzey sıcaklığına vardığını söylüyor!  Versluis ve ekibi, meşhur akademik dergi Nature’da yayımladıkları makalelerinde şu sözlere yer verdi: “Kabarcık patlarken flaş şeklinde, kısa süreli yoğun ışık açığa çıkıyor. Bu, patlama sırasında kabarcığın içinde aşırı basınç ve en az 5000K (4700 santigrat derece) sıcaklığın olması gerektiğine işaret ediyor.” Çalışma ekibinden Prof. Detlef Lohse ise, aksi halde ışığı görmeyeceğimizi söylüyor. (7)

Örümcek Adam’ın bileğinden ağ fırlatarak suçluları yakalaması gibi avlanan canlılar da var. Kütük ayaklılar (Onychophora) adı verilen, solucana benzeyen, bu hayvanlar başlarının iki yanında bulunan, sağa sola çevrilebilen tüpler “çapraz ateş” şeklinde jelimsi bir madde fışkırtıyor. Nature Communications’da neşredilen bir çalışmaya göre, püskürtücü başlıkların şekilleri ve elastikiyeti jelimsi maddenin her yöne fışkırmasını sağlıyor. İlginç özellikleri olan bu madde, avlamak istedikleri böceğe yapışıyor ve hızla sertleşerek tutsak eden iplere dönüşüyor. Böcek kabukları suyu iten mumsu katmanla kaplı ancak, deterjanlarda kullanılan nonilfenol adlı kimyasal ve yağ molekülleri içeren sıvı, böceğin üstüne iyice yayılabiliyor. Almanya’nın Max Planck Enstitüsü’nden Alexander Bär ve arkadaşları, sıvının içerdiği protein ve yağ moleküllerinin birleşerek daima çapları 75 nano civarında olan kürecikler oluşturduğunu tespit etti. Avın hareketleriyle küreciklerin bozulduğunu, yağ moleküllerinin ve proteinlerin ayrıldığını anlatan Bär, proteinlerin iç kısımda uzun lifler meydana getirdiğini, su ve yağ moleküllerinin ise bir tür kılıf meydana getirdiğini söylüyor. (8)

Bukalemunlar yavaş hareket eden canlılar. Ama, birbirinden bağımsız hareket eden gözleriyle etraflarını çok iyi tarayabiliyor, renk değiştirme kabiliyetleri sayesinde kamufle olmuş şekilde av bekliyorlar. Bukalemunun ağzında kıvrılmış olarak duran dili, lazım olduğunda jet uçağına oranla 5 kat daha hızlı hızla dışarı fırlıyor ve hayvanın vücudunun bir buçuk katına kadar uzuyor. (9) Peki ama, mϋthiş hızla fırlayan dil neden böceğe çarpıp düşürmüyor? Journal of Experimantal Biology'de yayınlanan bir çalışmayla çarpışmaya birkaç milisaniye kala dilin ucunda bir tür vantuz oluştuğu keşfedildi. Dr. Herrel, bukalemunları uyuşturup vantuzun oluşmasına vesile olan kasları uyaran sinirleri kesti. Bukalemunlar beslenmek istediğinde, dilleri avı kapmak yerine çarpıp düşürüyordu! Şunu da ekleyelim, sinirlerin tekrar büyüdügü, hayvanların normal beslenebildikleri belirtiliyor. (10)
Su fışkırtarak dalların üzerindeki böcekleri düşürüp yiyen okçu balıklar (Toxotidae), su yüzeyinin üç metre yukarısındaki böcekleri bile avlayabiliyor. Suyun içinden bakıldığında cisimler bulundukları konumdan biraz daha yukarıda görünüyor. Buna karşın hedefe isabet ettiriyor, hatta uçan sinekleri bile vuruyorlar. (11) Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences dergisinde yayınlanan Dr Shelby Temple ve arkadaşlarının çalışmasında okçu balıkların aynı anda hem su altını hem de üstünü net gördüğü keşfedildi. Araştırma ekibinden Prof. Shaun Collin, retinadaki farklı bölümlerin görme alanındaki farklı bölgelere ayarlı olduğunu, böceğe odaklanırken kendi çevrelerini de tarayabildiklerini ifade ediyor. (12) Peki, boyları çoğunlukla 18 santimetreyi geçmeyen (11) bu küçük balıklar, çok iyi bir şekilde tutunabilen böcekleri nasıl düşürebiliyor? Almanya’nın Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nden Prof. Stefan Schuster ve arkadaşlarının akademik dergi Current Biology’de yayımlanan araştırmaları, okçu balıkların böcekleri tutunma uzuvlarının sağladığı gücün yaklaşık on katı güçle vurduklarını gösterdi. (13) Schuster ve aynı üniversiteden Dr. Thomas Schlegel’in Science mecmuasında yayımlanan makalelerine göre, böceklerin nereye düşeceğini de hesaplıyorlar ve bu hesaplama sadece 40 milisaniye sürüyor. (14)

Çalışma sonuçlarını PNAS isimli akademik mecmuada yayımlayan Amerika’nın Nebraska Üniversitesi’nden Aaron Rundus, sincabın vücudundaki gizli savunma sistemini sincaplara kızıl ötesi kamerayla bakınca keşfetti. Karanlıkta çıngıraklı yılanlara denk gelen sincapların kuyruklarını normalden daha çok salladıkları biliniyordu, ancak bu davranışın nedeni açıklanamıyordu. Rundus, çıngıraklı yılanların varlığını fark eden sincapların kuyruk sıcaklığının büyük oranda arttığını belirledi. Çıngıraklı yılanlar, yüzlerindeki kızıl ötesi sensörler vesilesiyle 0,003 derecelik sıcaklık farkını bile algılayabiliyor. Yılanlar, çoğunlukla beklenmedik saldırılar yaparak yavru yer sincaplarını yiyor. Kanlarında çıngıraklı yılan zehrine karşı bağışıklığa vesile olan proteinler bulunan yetişkin sincaplar, yavruları korumak için yılanları ısırıyor, yüzlerine kum atıyor. Bilim insanları sıcak kuyruğun, yılana sincabın kendisini fark ettiği ve yavruları korumaya hazır olduğu mesajını ilettiğini düşünüyor. Çalışmalar, sıcak kuyrukların çoğunlukla çıngıraklı yılanların uzaklaşmasına neden olduğunu ortaya çıkardı. Sincaplar, kızıl ötesi sensörleri bulunmayan yılanlara denk geldiklerinde de kuyruklarını sallıyor, fakat kuyruk sıcaklıkları normal düzeyde kalıyor! Bu da sincapların yılanları ayırt ettiklerini gösteriyor. Rundus, sincapların bu özelliğinin kendisini şok ettiğini ifade ediyor. (14)
Bombardıman böcekleri (Brachinus elongatulus) vücutlarında meydana gelen kimyasal patlamalarla kuşlardan, kurbağalardan korunuyor. Kimyasal tepkime neticesinde meydana gelen çok sıcak, tahriş edici bir sıvı arka taraflarındaki küçük bölümden dışarı püskürüyor. Sonuçları akademik mecmua Science’da yayımlanan çalışmaya göre, iki ayrı kimyasalın korunaklı bir odacıkta karıştırılmasıyla ortaya neredeyse kaynama noktasında olan benzokinon adlı madde çıkıyor. Bu işlem çok hızlı bir şekilde arka arkaya tekrar ediliyor. Bombardıman böcekleri neredeyse her yöne sprey tarzında saniyede üç yüz defa “atış” gerçekleştirebiliyor ve vücutlarında meydana gelen patlamalardan zarar görmüyor! (15)

“Yüzü hayret verici sanatların bir sergisi, hayret verici mahlûkatın bir toplanma yeri, varlık kafilelerinin bir geçiş yeri ve kulların meydana getirdiği saflara bir mescit ve konak olan yer, bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan, kainat kadar Allah'ın birliğinin nurunu gösterir.” (16)

 

(4) Adem Tatlı, Sorularla Evrim ve Yaratılış-2 s. 188 http://yaratiliskongresi.dpu.edu.tr/assests/images/sey.pdf
(10) Herrel, A., Meyers, J.J., Aerts, P.& Nishikawa, K.C. The mechanics of prey prehension in chameleons, Journal of Experimental Biology 203, 3255 - 3263 (2000). https://journals.biologists.com/jeb/article/203/21/3255/8593/The-mechanics-of-prey-prehension-in-chameleons
(11) https://en.wikipedia.org/wiki/Archerfish
(12) https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rspb.2010.0345
(13) https://doi.org/10.1016/j.cub.2007.04.014
(14) https://www.pnas.org/content/104/36/14372.short
(15) https://www.science.org/doi/10.1126/science.1261166
(16) Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 33. Söz, 22. Pencere s. 920 Kısmen günümüz Türkçesiyle https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/otuz-ucuncu-soz/920

Ayetlerin Sadece Lafzi Okunmasının Yanlışlığı ve Sadakayla İlgili Bir Ayet

  Başlıktaki ayet-i kerime Tevbe suresinde yer alıyor. Lafzi olarak ayeti şöyle tercüme edebiliriz:  “Sadakalar konusunda müminlerden ek bağ...