1-) وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ Bu cümle, azabın dehşetini göstermek için en hafif azabın şiddetli tesirine işaret eder. Yani azabın en azını ifade ederek ayetin bütünündeki manayı kuvvetlendirir. İşte:
لَئِنْ [eğer] kelimesi, şüphede bırakmayı ifade eder. Şüphe, azlığa bakar;
مَسَّ [dokunsa] kelimesi, azıcık dokunmak manasındadır, yine azlığı ifade eder.
نَفْحَةٌ [küçük bir esinti] kelimesi, hafif bir kokuya işaret edip azlığı ifade ettiği gibi, kipi de birliği gösterir. "Masdar-ı merre", yani fiilin bir defa yapıldığını bildiren mastar, gramer ilminde "biricik" demektir, azlığı ifade eder
نَفْحَةٌ kelimesindeki belirsizliğe işaret eden tenvin, azlığı ifade etmek içindir; o kadar küçük ki, bilinemiyor demektir.
مِنْ ifadesi, "bir parça" demektir, azlığı bildirir.
عَذَابِ[azap] kelimesi de azlığa işaret eder, çünkü nekale yani şiddetli azaba ve ikaba yani ahiret azabına nispeten hafif bir cezadır.
رَبِّكَ [Rabbin] kelimesi de, Cenab-ı Hakk'ın Kahhar, Cebbar ve Muntakim isimlerine karşılık yine şefkati hissettirmekle azlığa işaret ediyor.
2-) Kuranda anlatılan dört temel unsur vardır. Bunlar Tevhid (Allahın varlığı ve birliği), Nübüvvet (peygamberlik), Haşir (ahiret) ve adalettir. Bu dört unsur, Kur’ân’ın bütününde bulunduğu gibi, Kur’ân’ın sûrelerinde, âyetlerinde, kelâmlarında, hattâ kelimelerinde bile açıkça veya işareten veya remzen (gizli bir manayı ince bir işaretle göstererek) bulunmaktadır.
بِسْمِ اللهِ اَلرَّحْمٰنِ اَلرَّحِيمِ (Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla) ifadelerine bakalım:
Evet, قُلْ (De ki) kelimesi, Kur’ân’ın çok yerlerinde kelime olarak bizzat veya mukadder (lafız olarak söylenmediği halde gizli olarak kastedilen mana) olarak vardır. بِسْمِ اللهِ tan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani, “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve tâlim et.” Demek besmelede İlâhî ve gizli ve dolaylı bir şekilde bir emir var. Bundan dolayı, şu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve tâlime memur olmazdı. Hasrı yani bir hükmün yalnızca bir şeye verilmesini ifade eden câr (بِ) ve mecrûrun (سْمِ) öne alınması, tevhide îmadır. اَلرَّحْمٰنِ (Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah) nizam ve adâlete, اَلرَّحِيمِ (Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah) de haşre delâlet eder. Çünkü اَلرَّحْمٰنِ dünyada daha çok tecelli eden isimken ve Allah bu ismin tecellisiyle kabul eden ve inkar eden her varlığa rızık ve ihsanda bulunmaya devam ederken, اَلرَّحِيمِ daha çok ahirette tecelli edecek olan isimdir ve Allah bu ismin tecellisiyle sadece kabul edenlere ihsan edecektir.
Görüldüğü gibi sadece besmele olan bir ayette bile bu dört unsur vardır.
Besmele harf-i cer olan ب ile başlar. سِا م ْ ٌ kelimesinin sonu kesre kılınmıştır. Kesre, inkisardan gelir. Ve başlangıçtaki bu kesre bize Allah’ın huzuruna gelirken âdeta münkesir, yani kırık bir kalble gelmeyi ders verir. Esasen, her hayırlı işte havl ve kuvvetine dayanacağımız Allah’a karşı kalbimiz münkesir olmalıdır ki, aczimiz O’nun kuvvetini davet eden bir şefaatçi olsun...
Hz. İbrahim Hakkı gibi deriz:
“Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi misli âlemde
Ve sûretten münezzehtir, mukaddestir Teâlâllah
Şerîki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak
Ehad’dir, küfvü yok, İhlâs içinde zikreder Allah.”
Başından elif’i kaldırdığımız zaman لله kalır ki, yine “Allah” demektir.
Başından lam'ı kaldırdığımız zaman له yine “Allah” demektir.
Her iki ل‘ la beraber kaldırdığımız zaman ـه (Hû) kalır ki, Allah’ın zâtının unvanıdır ve yine “Allah” demektir.
Aslında her nefes alışverişimiz, bir “Hû”dan ibarettir. Yani “Hû” bizim hayat kaynağımızdır. O’nu demeden yaşamamız mümkün değildir.
Bismillâh derken, işte bu mânâları mütalâa ve müşâhede etmiş oluyoruz.
Onun içindir ki biz de:
“İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
diyor, aczimizi itiraf ve ilân ediyoruz.
Birincisi: Vaz’ delâletidir. Her kelime, kendine ait bir anlama delâlet eder; yani o lafız, önce herkesin anlayacağı o anlam içindir. Tüm insanların anlayışı bu merkezdedir. Meselâ اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ dediğimizde "Hamd alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." anlamı vaz’î bir delâlettir.
İkincisi: Aklî delâlettir ki, bir kademe daha özeldir. Meselâ: Aynı cümlede, niçin اَلْحَمْدُ önce ِللهِ sonra zikredilmiştir, “Allah” lafzının delâlet ettiği anlamlar nasıldır, gibi sorularla bazı hakikatlere yol bulma aklî bir delâlettir.
Üçüncüsü: Zevkî delâlettir; bu, ikinci kademe olan aklî delâletin bir kademe daha üstündedir. Havâssü’l-havâssa has bir husustur. Meselâ, اَلْحَمْدُ ِللهِ cümlesini oluşturan sözcüklerin sıralanışı ve eş anlamlılarına kıyasla bu sözcüklerin tercih hikmeti gibi meselelerin yanında, görünenden öte bazı anlamları duyarak zevketme bu anlama dahildir.
İşte bu üç yolla Kur’ân’ı incelemeyi denemek hem benim, hem de belki çoklarının başından aşkın bir meseledir. Bununla beraber Kur’ân’a saygımın ifadesi olarak O’nun bu cephesinden bahsetmeden geçmeyi de Kur’ân’a karşı hürmetsizlik sayıyorum. Anlatılan, Kur’ân’dır. Anlatmak istediğim meseleleri ben tam anlatamazsam, siz de tam anlamasanız dahi yine de anlayacaksınız ki, bu kelâm Allah Kelâmı’dır.
Besmele’de, kendisini bu şekilde, Rahmâniyet ve Rahîmiyetiyle anlatan Allah’a karşı biz nasıl karşılık vermeliyiz? İşte bu soruya bizim cevabımız اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "Hamd alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." şeklinde oluyor. Bizi var eden, sonra insan eyleyen, sonra da en son ve en büyük Peygamber olan Hz. Muhammed'e ümmet eyleyen Allah'a hamd olsun.
4-) وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ Şu cümlenin hey’atı, sadakanın şerait-i kabulünün beşine işaret eder.
Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki وَمِمَّا lafzındaki مِنْ -i teb’iz ile o şartı ifade eder.
İkinci şart: Ali’den alıp Veli’ye vermek değil belki kendi malından vermektir. Şu şartı رَزَقْنَاهُمْ lafzı ifade ediyor. “Size rızık olandan veriniz.” demektir.
Üçüncü şart: Minnet etmemektir. Şu şarta رَزَقْنَا daki نَا lafzı işaret eder. Yani “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.”
Dördüncü şart: Öyle adama veresin ki nafakasına sarf etsin. Yoksa sefahete sarf edenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta يُنْفِقُونَ lafzı işaret ediyor.
Beşinci şart: Allah namına vermektir ki رَزَقْنَاهُمْ ifade ediyor. Yani “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”
Şu şartlarla beraber bir tevsi de var. Yani sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dahi olur. Kavl ile fiil ile nasihat ile de oluyor. İşte şu aksama مِمَّا lafzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzat işaret ediyor. Çünkü mutlaktır, umumu ifade eder.
İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şart ile beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor. Heyetiyle ihsas ediyor. İşte heyette böyle pek çok nazımlar var.
Kelimatın dahi birbirine karşı, aynen geniş böyle bir daire-i nazmiyesi var.
NOT: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ'NİN RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAKİ İŞARATÜL İCAZ ADLI ESERİNDEN İSTİFADE EDİLEREK HAZIRLANMIŞTIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder